15

458 67 104
                                    

Medya: Kartal Demirci

*Rica etsem buraya bölümü okuduğunuz saati yazar mısınız?

*Yorumlarınız benim için aşırı motive edici. Lütfen bir cümle dahi olsa yorum yapmayı ihmal etmeyin.

***

Saat 11:05

Kartal Demirci

Uyanır uyanmaz doğrudan güneş ışığına maruz kalmaktan nefret ederdim. Bu sebeple odamdaki perdeler koyu bir renkti. Ben kalkıp da perdeleri açana kadar güneşin tek bir zerresi dahi odaya girmiyordu. Tıpkı şu anda olduğu gibi...

Yatakta uzanmış, sosyal medyada benimle ilgili yazılanları okuyordum. Gerçi yazılan her şeyi baştan sona okuyabilmem pek mümkün değildi ama yine de elimden geldiğince her mecrada yazılanları takip etmeye çalışıyordum. Hayır, bunu insanların ne düşündüğünü umursadığım için yapmıyordum. En nihayetinde hiçbiri sikimde bile değildi. Ben sadece, hani olur da kendimi açıklamam gereken bir durum olursa tedbir almak için bunu yapıyordum.

Yaklaşık bir saat önce uyanmıştım. Normal de uyanır uyanmaz yataktan çıkar; duşa girer, perdeleri açar, enerjik bir şarkı dinler, daha sonra da kahvaltı yapardım. Telefonumu ise elime uyandıktan dakikalar sonra alırdım. Ama her nedense son birkaç gündür bu rutinim değişmişti. Artık uyanıyor; yastığımın altındaki telefonu kontrol ediyor, eğer bir mesaj filan gelmişse de ilk olarak o mesaja yanıt veriyordum. Özellikle de tek bir mesaja...

Bugün de yine aynı şekilde güne başlamıştım. Ama her nedense bugün beklediğim o mesajı telefon ekranımda görememiştim. Oysa haftalardır o mesaj hep ekranımdaydı. Bazen erken bir saatte, bazen biraz daha makul, ama hiçbir zaman 11:00'den sonra değil... Sahi, neden bugün günaydın mesajı atmamıştı ki?

"Kardeşim, uyandın mı? Bak Balım kahvaltı hazırlıyor. Uyandıysan hadi gel sende, beraber yiyelim?"

Odamın kapısı pat diye açıldığında, kaşlarımı çatıp, karşımda beliren kişiye ters bir bakış attım. Sözüm ona en yakın arkadaşım: Ömer'di. Birkaç senedir birlikte yaşıyorduk. Her ne kadar Ömer'i dostum olarak çok sevsem de kız arkadaşı Balım'ı da o kadar sevmiyordum... Hele hele son zamanlarda tavşanlar gibi çiftleşip, bütün evi sesleriyle inletmeleri yok muydu? Tek kelimeyle beni deli ediyorlardı.

"Kahvaltıdan kastın yine yulaf lapası mı amına koyayım," diye sordum terslercesine.

"Şşşt... Sessiz ol lan. Kız duyacak," dedi Ömer telaşla.

"Ve bu da benim çok sikimde öyle değil mi?"

"Aman be! Anlaşılan bugün yine tersinden kalkmışsın. Valla keyfin bilir. İster gel ister gelme." Ömer, odadan çıkıp, kapıyı da arkasından kapattı.

Onu umursamayıp, bakışlarımı önce telefon ekranındaki saate çevirdim, 11:15'i gösterdiğini gördüm. Daha sonra da Twitter'dan çıkıp, Instagram'a girerek mesajlar bölümüne girdim. Kurbağacıkla olan sohbet klasörümüze tıkladım.

Kahretsin! Hâlâ mesaj filan yoktu. Ulan bugün günlerden Pazartesi değil miydi? Bu kızın çoktan uyanıp, okula gitmesi, gitmeden önce de bana günaydın mesajı atması gerekmez miydi? Günaydın yazdıktan sonra da üç defa vıraklaması filan? Sonuçta günlerdir yaptığı buydu. Bir kez olsun pas geçmemişti beni. Peki ya şimdi niye pas geçilmiştim ki?

"Hay sikeyim!" diye homurdanıp, sonunda yataktan çıktım ve banyoya doğru yürümeye başladım. Telefonu, lavabonun kenarına koymadan önce sesinin tamamen açık olup olmadığını kontrol ettim; açıktı. Hayır, tabii ki de bunu olur da Kurbağacık mesaj atarsa anında haberim olsun diye yapmamıştım. Yapmıştım çünkü... Keyfim ve kâhyası öyle istemişti anasını satayım!

Prens ile Kurbağa | TEXTİNGWhere stories live. Discover now