Bölüm 2: Kral'ın Turnuva Günü

35 11 92
                                    

Kral II. Bertnard, geleceğin biricik, herkesin umutla baktığı kralı, tahtın yüce ve yegâne varisi Wilhelm ve diğerlerinin döndüğü gecesi dışarıda fırtınalar kopuyordu. Mevsimler ne kadar değişirse değişsin, her ne kadar yaz mevsiminde insanlar sıcaktan pişerse pişsin Corvus Cullis'te her gece böyle geçerdi. Corvus sakinlerinin de burası ile ilgili en sevdikleri şeylerden de biri olmalıydı bu. Sabah her nasıl geçerse geçsin geceler sürekli ama sürekli serindi. Geceler hep zifiri karanlıktı, dalları birbirine çarpışan görkemli, büyüklüğü ile korku salan yıllardır yerinde kök salmış olan yüce çınarlar ve diğer ağaçlar dolayısı ile fazla gürültülü oluyordu.

Corvus sakinleri artık buna alışmıştı. Saat gecenin ileri saatlerini göstermekteyken herkes odasında mışıl mışıl uykuya dalmış uyuyor, koruyucu muhafızlar kraliyet ailesinin odalarının önünde başlarına bir zeval gelmesin diye nöbet tutuyorlardı. Komutan James her zamanki gibi Kral II. Bertnard'ın kalenin sadece ona ayrılmış katındaki kapısında, Koruyucu muhafız Frederik ise tahtın varisi, şimdilik Prens ünvanı ile yetinmek zorunda kalan Wilhelm'in kapısında nöbetteydi. Bertnard'ın iki çocuğunun da koruyucu muhafızı yoktu, babaları buna hiçbir zaman gerek duymamıştı. Çünkü çocuklarının ölmesini bile önemsemeyecek bir adamdı o. Üzülse bile diğer devletler ile kuracağı çıkar ittifaklarını güçlendirmeye yarayamayacakları için, onları evlendirip karşılığında sandıklar dolusu akçeler kazanamayacağı için üzülürdü. Etrafta kimsecikler yoktu, sadece kasvetli karanlık ve her katta bulunan muhafızlar. Frederik, tüm günün verdiği yorgunlukla zar zor yerinde duruyor, gözlerini kapatmamak için kendi çapında küçük ama oldukça güçlü bir mücadele veriyordu sanki. Vasilieou kalesinden döneli yirmi dört saat bile olmamıştı. Yorgunluk artık yavaşça bedenine hükmetmeye, onu ele geçirmeye başlıyordu. Yaşlı vücudu bu kadar çok uyanık kalmaya ya da yorulmaya alışık değildi. Biraz uyusa, biraz dinlense kendine geleceğini düşünüyordu. Ama hiçbir zaman buna vakti olamayacaktı. Geleceğin kralı Prens Wilhelm ile arası her ne kadar iyi olursa olsun, onu ne kadar severse sevsin bu iş ona artık zor geliyordu. Tam gözlerini kapatmışken koridorun başından gelen bir gürültü ile irkildi. İşte şimdi tamamiyle uykusu kaçmıştı. Yaşlı adam iyice doğruldu.

"Kim var orada? Kimsin sen? Gecenin bu saatinde burada, Taht Varisi Wilhelm'in katında dairesinin yakınlarında ne yapıyorsun? Göster kendini! Duydum seni! Daha fazla saklanma yoksa kılıcımdan geçersin!"

Karanlıkların ardından elinde bir şarap şişesi ve yere düşen parlak renklerde metal bir kadehi yerden kaldıran birisi çıktı. Yaşlı Frederik bu kişiyi daha önce kesinlikle görmüştü. Onu tanıyordu. Gecenin bu saatinde orada ne yaptığını sorduğunda aldığı cevap karşısında karanlıktan çıkagelen bu kişinin sırılsıklam sarhoş olduğunu da fark etmişti. Frederik uzun saatlerdir burada duruyordu. Efendisi saatler önce baş ağrısı ile baş ettiği için odasına çekilmiş, Frederik de kapıda kalmış ve hiç hareket edememişti. Zavallı Frederik'in artık dili damağı kurumuştu. Önünde duran kişiden bir kadeh şarap istese başı belaya girmezdi diye düşünüyordu. Daha karşısındaki iki kelimeyi bir araya getirememişti ki bir de ondan şarap istediğini mi hatırlayacaktı? Tam karşısında yalpalaya yalpalaya ayakta duran kişiye baktı. Ona yaklaşıp kimsenin duymayacağından emin olarak fısıldadı.

"Bana da bir kadeh verebilir misin? Burada dolaştığınızdan kimseye bahsetmeyeceğim yoksa herkes buna çok sinirlenir. Aramızda kalsın, minik bir sır. Benim içtiğimi de söylemezseniz sırrınızı saklarım. Ben iyi bir adamım, sadece... çok yoruldum, çok susadım. Saatlerdir şu kuru ağzıma minik bir su damlası bile değmedi. Sadece bir kadeh, başka bir şey istemiyorum. Lütfen."

Frederik tabi ki de görev esnasındayken, hele ki nöbetteyken, ağzına en ufak bir alkollü içecek sürmemesi gerektiğini biliyordu. Ama ne yapabilirdi ki? Çok susamıştı. Karşısındaki kişi başını sallayarak onu onayladı ve elindeki şarap şişesinden yere düşüp Frederik'i kendine getiren kadehe şarap döktü. Kadeh ağzına kadar dolmuştu. Frederik, karşısındaki kişinin uzattığı şarabı alıp uzun uzun kadehe baktı. Kalenin içi zifiri karanlıktı ama kadehteki şarabın ne kadar parlak ve göze hitap ettiğini anlamak zor değildi. Bunu hayal gücü ile bile yapabilirdi. Kadehi bir seferde kafaya dikti. Hiç bekletmeye niyeti yoktu. Hatta o kadar susamıştı ki dili ile dudaklarının, sakalının üzerinde kalan damlaları bile sıyırdı.
Bir iki dakikaya kalmadan Frederik bacaklarının bocaladığını hissetti, sanki ayakta durması zorlaşmıştı. Gerçekten bu kadar çabuk sarhoş mu olmuştu? Efendisi bunu duysa canını okurdu. Başı dönüyordu, görüntüler sanki birken ikiye sonra da üçe dörde çıkıyordu. Başı ağrıyordu, hayır bu ağrı değildi sanki küçük bir patlamaydı. Evet, bunun başka bir açıklaması yoktu, kafasının içinde resmen bir patlama vardı. Bir süre sonra daha fazla ayakta duramadığını fark etti, karşısındaki kişi hiç ona yardım etmiyor öylece orada duruyordu. Frederik yere düştü, rengi gittikçe morarıyor nefes alması zorlaşıyordu. Frederik bağırmak istedi, çığlık atmak, acısını haykırmak, efendisinden yardım istemeliydi ama bunu yapabilecek bir gücü yoktu. Karşısındaki kişiye saldırmak istiyordu ya da tam arkasında kalan kapıyı yumruklamak... Hiçbirini yapamıyordu, nefesi iyice kesilmişti. Ellerini yavaşça kaldırıp üzerindeki çelik zırhın yakasını açtırtmaya çalıştı ama bu uğraşı da boşunaydı çünkü çelik zırh onu o kadar güçlü sarıyordu ki bu can çekişmeleri, nefes almak için verdiği uğraşlar onu güçsüzleştirmişti. Sonunda hâlâ elinde tuttuğu kadehi de bıraktı. Tam gözlerini kaaptmadan önce tek görebildiği karanlıktaki kişinin parıl parıl parlayan, kusursuz bembeyaz dişler ile ona sırıtmasıydı. Sonunda Frederik orada can verdi. Kimse onu duymadı, sesini, canının acısını kimseye anlatamadı.

Dregunouvs: Karga Kral'ın DoğuşuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin