Kaledeki Misafir

5 1 0
                                    

İyi okumalar hepinize. Umarım beğeneceğiniz bir bölüm olur.

Gün ışıklarıyla birlikte Penbrooke Kalesinde de bir hareketlilik baş göstermişti. Birkaç gün öncesinde eyalette yaşanan sel felaketi yüzünden herkes bitkin durumdaydı. Çözüm düşünmek için bir toplantı yapılması planlanmıştı.

Tabi ki toplantıya Kont Oliver'ın başkanlık etmesi gerekliydi. Fakat bir sorun vardı ki o gece hiç uyuyamamıştı. Dün gece tesadüfen bulduğu kızı düşünüyordu. Kim olabilirdi? O geç saatte, tek başına orada ne yapıyordu? Peki ya kızın güzelliği...

"Onu daha önce görmediğime eminim." diye düşündü. "Ayrıca tanıdığım birinin kızı da değil. O kızıl saçları, kocaman masmavi gözleri... Sanki masallardan fırlamış gibi duruyordu."

Rahatsızca dönüp durduğu yatağından yavaşça kalktı.

"David!" diye seslendi kapıya doğru. Genç bir delikanlı süzüldü içeriye.

David küçük bir çocukken ailesi tarafından verilmişti kaleye. O zamandan beri Oliver'ın ufak tefek işlerini yapıyordu ve bu sayede karnı doyuyordu.

"David benim için hemen banyoyu hazırlar mısın?" dedi kont Oliver.
Delikanlı saygıyla selam verip hemen işe koyulmak için odadan çıktı. Birkaç dakika sonra odaya geri dönmüştü.
Hızlı adımlarla yürürdü hep. Oliver onu her zaman sevimli bulurdu.

"Efendim banyonuz hazır."

Oliver kibarca başını salladı. Boşa geçirecek zamanı yoktu. Toplantıya hazırlanmalıydı.

***

Ülke ikiye ayrılmıştı ve iki kral tarafından yönetiliyordu. Kuzeyin Kralı Logan ve Güneyin Kralı Robert kardeşlerdi. Babaları, iki oğlu arasında taht kavgası olmasını istemediği için böyle bir yönetim planlamıştı ve planları da istediği gibi ilerliyordu. Ülkeyi barış içinde yönetiyorlardı. İki kardeş de uzlaşımcıydı. Kararları hep birlikte alırlardı. Ama genel olarak büyük kardeş, yani Kral Logan son sözü söylerdi.

Oliver'ın yönetiminde olan Penbrooke eyaleti ülkenin kuzeyinde kalıyordu. Kuzey Krallığının en doğusunda bir kıyı şehriydi. Yaz ayları deniz kenarında yapılan eğlenceler ve partiler sayesinde cıvıl cıvıl geçerdi. Fakat kışları yine kıyı kenti olması sebebiyle biraz sert olurdu.
Şu anda sonbahar mevsiminde oldukları için de soğuk hava yüzünü göstermeye başlamış ve sağanak yağış beraberinde bir felakete sebep olmuştu.

Birkaç saat sonra toplantı nihayet sona ermişti. Oliver hemen Johanna'yı yanına çağırttı. Kızdan herhangi bir şey öğrenip öğrenmediğini merak ediyordu.
Biraz sonra Johanna kapıda belirmişti.

"Ekselansları..." 

Oliver içeri geçmesini söyledikten sonra yavaş adımlarla sandalyesine oturdu. Kadınla göz göze gelmeden, şöminede yanan ateşi izleyek konuştu.

"Anlat Johanna. Neler olup bitti? Sorunu neymiş öğrenebildin mi?"

Bunları söylerken elinden geldiğince merak etmiyor gibi görünmeye çalışıyordu. Sesi donuktu.

"Malesef efendim. Ağzından tek bir kelime dahi çıkmadı. Konuşurken yüzüme öyle boş bakıyor ki..."

Oliver istemsizce tek kaşını kaldırmıştı. Elinde tuttuğu viski dolu bardağı kafasına dikip ayağa kalktı. Bardağı şöminenin üzerindeki rafa bıraktıktan sonra yine kadına bakmadan sordu.

"Sence neden olabilir? Bir teşhisin var mı?"

Johanna kalenin şifacısı gibiydi. Tam bir hekim sayılmazdı ama zamanında hekim olan babasından oldukça şey öğrenmişti. Babası yaşlanıp da öldükten sonra ondan öğrendiklerini uygulayarak insanlara oldukça faydalı olmuştu. Hiç evlenmemişti ve hiç çocuğu da yoktu. Fakat Oliver sayesinde hiç çocuk özlemi duymamıştı. Doğumundan itibaren ilgilenmişti onunla. Kendi oğluymuş gibi sevmişti. Hatta belki kontun annesinin verdiğinden daha çok değer veriyordu Oliver'a.

MELUSİNAМесто, где живут истории. Откройте их для себя