ŞEHRİN AVARESİ - 19

795 83 20
                                    

Karlı bir Ankara sabahında otobüsten indi Azize. Yanaklarına batan iğnelerin sebebi soğuktu. Etrafına bakınırken halasına ait olan atkıya sığındı. Şapkasını çekiştirdi eldivenli elleriyle. Burnu kıpkırmızıydı. Bir de akmaya başlamıştı. Peçetesi de yoktu. Babasının karşısına böyle pasaklı çıkmayı istemezdi. Herkes veznelere girerken o kaldırımdaydı. İçeride sıcak çay ikramı yapılıyor, bisküvi gofret satılıyordu. Yol boyu babaannesinin yolda yesin diye koyduğu böreklerden yemişti. Yine de karnı açtı ve sersem başına soğuk vurup uykusunu getiriyordu.

İnsan kalabalığı dağılırken gözü ağaçları, koyu olsa da yeşilleri aradı. Duvardı her yan, betondan dağlar vardı. İnsan kaybolurdu burada. Aklına Almanya geldi. İki ay sonra bir sene olacaktı o ülkeden ayrılalı. Dağın taşın içindeki köy evine zor da olsa ısınmıştı. İnekten taze sağılmış sütün sobanın üstünde kaynamasına, babaannesinin kucağına, yengesinin saçlarını okşamasına, arkadaşlarıyla oyunlarına, yeni yerler keşfetmeye hatta babasının yokluğuna bile alışmıştı. Şimdi bu şehir soğuğuyla kasvetli gelmişti ona. Şivesiz konuşulan Türkçe yabancıydı kulağına.

Babasını görmek umuduyla etrafa bakındı yine. Otobüsten inmesini bekleyeceğini zannediyordu. Ne yazık ki henüz gelmemişti ve Azize garda tek başınaydı. Bu yabancı mekânda yalnız olmaktan korkmuyordu. Huzursuzdu sadece. Yolculuk fikri de bir anda atılmıştı ortaya, benimseyememişti bile. Uzun zamandır iki gün sonrası için hayal kuruyordu. Ankara'ya gelmek kötü bir deneyim olmasa da tüm planları değiştirmişti.

"Kimi bekliyorsun bakalım?" Yanına ayakkabıları ıslanmış, montu eskimiş yaşlı bir adam yaklaştı. Zayıf bedeni bir kambur taşıyordu. Kulaklarının üstünde saçlar kalmıştı, geriye kalan kel kısmı soluk renkli gri bir şapka kapatıyordu. Azize bir adım geriye çekildi yabancının sorusu karşısında. "Hava çok soğuk, içeriye girsene." Cam vezneleri, buruşuk kemikli parmağıyla gösterdi.

"Olmaz" dedi Azize "babamı bekliyorum burada."

"Üşüyeceksin, ben çok üşüdüm."

"O zaman sen içeriye gir, ben burada bekleyeceğim." İnatla kaşlarını çatıp yerdeki küçük çantayı aldı ve birkaç adım öteye kaydı. Adam kızı ikna edemeyeceğini anlayınca pes etti ve içeriye girip bir yük çuvalının yanına oturdu. Beklediği biri ya da gideceği bir yer yoktu. Belirli bir işi ya da sürekli kaldığı evi de yoktu. Bu şehrin avaresiydi. Varlığı yokluğuyla birdi. Hatta yokluğu daha iyiydi. İçinde yitmeyen iyilik kavramıyla merakla etrafa bakınan bir çocuğa yardımcı olmak istemişti. Bu masum ve kendini yabancılardan koruyan çocuk ise en doğrusunu yapıp uzaklaşmıştı. Yaşlı adam bir iç geçirip başını çuvala yasladı. Biraz uykusu vardı.

AZİZE (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now