5| Ateş çemberi

Mulai dari awal
                                    

Oysa onun mutlu anıları bile bir elin parmağını geçmiyordu ki...

Kucağına buz gibi balkonda yetiştirmeye çalıştığı saksıdaki Mine çiçeğini aldı. Kurumuşlardı. Oysa bu sabah açacağı için seviniyordu kız çocuğu. Annesi öyle demişti. Aysu ellerini çiçeğin üzerinde gezdirirken, içerideki sesler daha çok artmaya başladı.

Çiçekler solmuştu, annesi gelmemişti. Aysu yine bir şeyi başaramamıştı.

O gece ay güneşe yenildi, güneş tüm aydınlığıyla gökyüzündeki yerini aldı.

Ama annesi onu oradan almak için gelmedi.

Küçük kız çocuğu tam iki gün boyunca orada öylece yarı baygın bekledi. Havanın soğukluğu ve üzerinin incecik olmasıyla hemen hastalanmıştı. Oradan ayrılmamıştı çünkü, annesi gelme demişti. Annesi ne derse Aysu hep onu yapardı.

Annesini üzmek bu hayatta isteyeceği son şeydi.

İki günün ardından kız çocuğunu eve temizlik için gelen Azerbaycanlı bir kadın kurtarmıştı. Onu hastaneye götürmüş gerekli ilaçları parası yettiği kadar almıştı.

Belki bu olay geçmişte yaşanmıştı ve kız çocuğu bu olayı unutacağını düşünmüştü..

Oysa bu olayı asla unutamamış, zihninin küf kokan, geçmişinin acı veren emareleriyle dolu mahzenine saklamıştı.

Günümüz.

Acı; açıklaması olmayan ama yakınca hissedilen bir kelimeydi.

Bir insanı mutluluk değil, acı ayakta tutardı.

Mutlu olmak bir yerden sonra sıkıcı gelmeye başlarken acı her gün daha farklı bir hisle bizleri karşılıyordu.

Sobadan yükselen çatırtılar, pencerimden hissedilen tıkırtı sesleri, kulaklarımda ağırlık yapıyor ve uyanmam için zorluyordu. Oysa ben bu gün diğer günlerin aksine hiç uyanmak istemiyordum.

Başımı yumuşak, ellerimle sıkıca sardığım yastığımdan hafifce kaldırarak pencereye baktım. Çok mu beyazdı ya hava? Yavaşca yorganımı itekleyerek, yatağımdan kalkarken, dizimi kadar gelen çorabı biraz daha yukarıya çektim. Odada hüküm süren sıcaklığın ısısı azalmıştı. Önce sobaya doğru ilerliyerek, bir kaç odun attım. Ardından penceremi yavaşca açtım.

Bu yavaşsa eğer hızlı olunca ne yapacaksın çok merak ediyorum Aysu.

Bembeyaz, hatta buz tutmuş kar direkt göğsüme düşerken, "Allahım! Dondum!" diye bağırarak geri çekildim. Bu sırada ıslaklık yüzünden tenime yapışan parçayı çekiştiriyordum.

Pencerem açık olduğu için dışarıda atılan adım seslerini işittim. Hızla oradan çekilerek sobaya doğru ilerledim. Muhtemelen nöbette olan askerlerden biriydi. Pencereme yaklaşmazken, "Aysu! Yaxşısan?" diye sordu Turan bey. İyi misin?

Ayaklı makina gibiydi bu adam. Şıp diye buluyordu hep beni. Yüz buruşturarak, "İyiyim Turan bey. Sadece penceremi açarken yanlışlıkla kar içeriye doğru düştü." dedim.

"Səhvən olduğunu fikirləşmirəm. Pəncərəni elə açıb qışqırdın ki, məndə dedim noldu." Yanlışlıkla olduğunu düşünmüyorum. Pencereni öyle bir açıp bağırdın ki, ben de dedim noluyor.

Göz yumarak, alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. "Olur ya arada öyle şeyler." Bundan sonra olmasın ama.

"Əlbəttə ki, olar... Ama ancaq sizə." diyerek gülmeye başladı. Pencereden görünen simasına tutuklu kaldı gözlerim. Dudak kenarlarında güldüğü için çizgiler oluşmuş, eldivenli sol elini göğsüne yaslayarak eğilerek gülüyordu. Üşümüyor muydu bu adam? Neden kar maskesi takmamıştı?

YABANCI NEFES (3 HAFTAYA DÜZENLENECEKTİR)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang