ch-4

1.8K 307 103
                                    

felix çalan alarmıyla zar zor yataktan doğruldu. uykusunda terlediği için alnına yapışan sarı saçlarını geriye doğru elleriyle tarayarak bir süre ayılmayı bekledi. ranzasının demirlerine bağcıklarını bağlayarak astığı patenlerine kısa bir bakış atarak kendini tekrar yatağa bıraktı.

birkaç dakika sonra ikinci alarmı da çaldığında bu sefer iyice ayılmış bir biçimde yerinden kalkıp ranzasından indi. hızlı bir duşun ardından jisung ve abisiyle kahvaltı yapmak için kendisini odadan dışarıya attı.

yurdun kapısında jisung'un beklediğini görerek koşar adımlarla yanına vardı. yanağından makas alarak selamladığı arkadaşıyla birlikte yurdun büyük kapısından dışarı çıktı.

birkaç adım ilerideki bankta oturan hyunjin iki omeganın çıktığını gördüğünde büyük bir gülümsemeyi dudaklarına taktı. "günaydın fıstıklar," dedi alaycı bir sesle. "nereye gidiyorsunuz bırakayım sizi."

iki omegadan da memnuniyetsiz bakışlar aldığında geriye doğru yaslanarak somurtmaya başladı hyunjin. "asma suratını asma!" jisung felix'in kolundan çıkarak hyunjin'in yanına yürüdü. "günaydın sana da."

felix içinden ikisine gülerken abisinin yanına gitti. "günaydın sam, günaydın."

"abi." hyunjin kaşlarını çattı.

"bir yaş altı üstü." felix gözlerini devirdiğinde jisung ortalarına girerek ikisinin arasına girdi.

"sakın sabahın sekizinde kavga etmeye başlamayın yoksa çığlık atarak uyandırırım herkesi."

hyunjin yerinden kalkıp kolunu jisung'un omzuna attı. "kavga falan yok jisung'um ya, felix'in uyuzluğu üzerinde yine." ikisi birlikte yürümeye başladığında biraz gerilerinden yürümeyi tercih etti felix.

ikili birbirleriyle rahat bir şekilde konuşuyor gibi görünse de fazlasıyla gergindi aslında ve felix oldukça rahat bir şekilde görebiliyordu bunu. gizlemeye çalışsalar da artık duyarlı olduğu feromonlarının kokusunu alabiliyordu. bazen ikisi de hafifçe kızarıyor ama yine de gülümseyerek konuşmaktan geri durmuyordu.

"yemekhanede değil de kafede yesek olur mu?" felix biraz gerilerinden seslendiğinde hyunjin jisung'un omzundaki elini çekerek arkasına baktı. "olur, nereye gidelim?"

"sen daha iyi bilirsin, geleli daha iki gün oldu pek bilmiyorum buraları." felix cebinden telefonunu çıkarırken umursamaz bir sesle konuştu.

hyunjin sessizce söylenirken jisung dirseğini sıktığında söylenmekten vazgeçti. "ne yemek istersin?"

jisung kendisine doğrudan gelen soru sebebiyle afallasa da yüzünü sabit tutmayı başardı. "bilmem ki hyung... sen ne istersen oraya gidelim."

felix, arkalarından yürüdüğü iki bedenin yürürken birbirine hafifçe değen ellerini gülümseyerek izliyordu. ikisinin birbirine olan çekiminin farkında olsa da doğal akışlarını bozmadan birbirlerini fark etmelerini bekliyordu. jisung'u mutlu edebilecek kişinin abisi olduğunun da pekala farkındaydı.

çok uzun sayılmayacak bir süre yürüdükten sonra kampüsün içindeki kafelerden birine girdiler. üçü birlikte keyifli bir sohbetle geçen kahvaltının ardından saatine baktı felix. "benim çıkmam lazım," dedi aceleyle.

"almadan gelme," dedi jisung sol elini yumruk şeklinde kaldırarak. sonra dramatik bir şekilde yumruğunu kalbine bastırdı. "tüm şans seninle." havadan attığı öpücüğe güldü felix.

"güveniyorum yavrum ya, bir şeye ihtiyacın yok." abisinin göz kırpışına otomatik olarak göz kırptığında jisung gülmeye başladı.

"öpüyorum sizi, derse yetişirim ben... yani umarım?" ikisine de el sallayarak sırt çantasını tek omzuna astı.

hızlı adımlarla buz sporlarına ayrılan binaya doğru ilerledi. haddinden fazla büyük kampüse hala alışamamış olsa da yolların nereye çıkacağını ve hangi tabelaları takip etmesi gerektiğini iyice çözmüştü felix.

spor salonunun büyük kapısından içeriye girdiğinde hokey takımına ayrılan koridorda koşar adımlarla yürüdü. kapının önüne geldiğinde tıklamadan önce saatini kontrol etti. hala beş dakikası olduğunu görünce biraz soluklanarak kendine zaman verdi.

hemen arkasından gelen adım sesleriyle elinin biraz üstünden geçen bir elin kapıyı tıklaması eş zamanlı oldu. aldığı kokuyla gerilen omega hafifçe geriye çekilmek istese de panikle dolan bedeni sebebiyle arkasındaki bedene çarptığında sıkıca gözlerini kapatarak yok olmayı bekledi.

"dur, panik yapma." minho'nun sesini duyduğunda dilini ağzının içinde küçükçe yuvarlayarak içinden koca bir küfrü devirdi felix. kapıyı aralayan minho içeriyi işaret etti. "buyur."

"teşekkürler..." felix hızlı adımlarla odanın içine yürüdüğünde minho da hemen arkasından girerek kapıyı kapattı.

"günaydın çocuklar." antrenör masasından kalkarak ikisinin de elini sıktı. "felix, değil mi?"

kafasını salladı felix. "hwang yongbok felix."

tekrar masasına geçen antrenör derin bir iç çekerken felix'in arkasında duran minho bir şeyleri berbat etmemesi için kaş göz yapmaktan yorulmuştu.

"sanat bölümündeymişsin, neden bu kulübe girmek istedin?"

antrenörün sorusuyla birlikte hafifçe yutkundu felix. "ben... deneyimliyim bu konuda. uzun süre paten yaptım ama bıraktım. bıraktıktan sonra tekrar ilgi duyduğumu fark ettiğim için kulübe girmek istedim... bir de iyi bir şirketle bağlantım olacak. cv'me katkı sağlayacak kısaca. bu şekilde..."

"neden bıraktın?"

felix'in gerginliği antrenörün sorusuyla ulaşabileceği en yüksek noktaya ulaşırken sağ elini sıkıca sıktığını fark etmemişti bile. hemen arkasında olan minho, felix'in duruşunun sertleşmesinden dolayı hocasına kaşlarını kaldırarak baktı. belli ki girmek istemediği bir konuydu.

minho felix'in sırtına hafifçe elini koyduğunda irkilen omega sebebiyle elini geri çekti. "sözleşmeye bak istersen, vaktim daralıyor benim."

"bakayım..." dedi felix sersem bir şekilde. masaya doğru ilerleyerek hafifçe eğilip tek sayfalık kağıttaki yazıları dikkatle okudu. "part ücretleri bu kadar yüksek mi?" şaşkınlıkla sorduğu soruya güldü hoca.

"hokey takımı bu kulübün en esas şeyi. takıma çalışacağın için sen de diğerlerinden daha önemlisin."

"cayma bedeli?" felix kafasını kaldırıp kaşlarını çattı.

"hokey takımı en değer verdiğimiz grup. sürekli işe girip çıkanlarla uğraşmamak için eklediğimiz bir madde. çalışmak için değil üyelerin popülerliği için bu işi isteyenler zorlandığında kolayca vazgeçemesin diye." duraksadı antrenör. "eğer sen de yapamayacağını düşünüyorsan imzalamadan vazgeç."

felix birkaç saniye kağıda baktıktan sonra hızlıca imzasını attı sağ alt köşeye. kalemi kağıdın üstüne sertçe bıraktıktan sonra kağıdı masanın üstünden hafifçe antrenöre doğru uzattı. "kolay pes etmem," dedi kaşlarını çatarak.

antrenör çocukça bulduğu bu tavrı karşısında gülümsemek dışında bir şey yapmadı. masanın üstünden elini uzattı. "tebrik ederim o zaman asistan." felix elini sıktı. "bundan sonrasında daha çok muhatap olacağın kişi minho, sana takımla ve yapacaklarınla ilgili bilgilendirmeleri verir."

felix geriye dönerek minho'ya baktı. minho'nun kendisine doğru uzattığı elini sıktı. "sıkı çalışalım felix."

⛸️⛸️⛸️⛸️⛸️⛸️⛸️⛸️

sıkı çalışın ÇOK SIKI ÇALIŞIN O KADAR SIKI Kİ EŞŞŞŞŞŞ OLMALI BİR ÇALIŞMA.

heart of ice | minlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin