20 | Fransız Beyefendisi Ve Prensesi

92 7 17
                                    

duyuru için ayrı bir bölüm harcamayı sevmediğimi biliyorsunuz o yüzden birleştirdim ama lütfen aşağıyı okuyun.

sınav senem bildiğiniz üzere fakat bu kitapla ilgili çok büyük düşüncelerim var kendi içimde. bölüm atamazsan beni affedin ne olur, ama atmaya çalışacağım devam etmemem söz konusu bile değil.

umarım yanımda olur ve bu hikayeyi unutmazsınız. gerçekten devam edeceğim ben çünkü 🥲🥲🥲 duygulandım.

ve bu sefer bu bölüme biraz şaşıracaksınız bence.




Akşam erken gelmişti Francouis. O yüzden kızının sevdiği şeylerden oluşan bir menü çıkarmıştı. Başlangıç olarak soğan çorbası ve balık çorbası eklemişti. Ana yemek sığır burginyon, şarapla yapılan, başlı başına meşakatli ama harika bir yemekti. Arada büyüden de yararlanarak hepsini hazırlıyordu ama önemli olan burginyondu. Tabaklar havada süzülüp masaya geçiyordu ve mis gibi bir koku yayılmıştı etrafa. Francouis kendisini mutfakta bulmayı seviyordu her ne kadar işinden dolayı zevkle yapamasa da. Böyle dertsiz tasasız bir sürü yemeği yapmaktan hoşlanıyordu. Bazen Belle de giriyordu mutfağa ama sadece tatlı için girerdi o. Çikolatalı, çilekli şeyler yapmaktan hoşlanırdı o. Ama kendisi için her türlü hava hoştu.

Belle bahçe kapısından içeri koşar adım girerken kendisi milföy pastanın çileklerini yerleştiriyor ve ek olarak Belle sever diye çikolata sosu ile süslüyordu.

Uzun zamandır, yaklaşık üç ayı aşkın süredir birbirlerini görmüyorlardı. İşinde başarılı bir adamdı ve sürekli yoğun oluyordu. Belle her ne kadar hoşlanmasa da büyüdüğü için kabullenmek zorunda kalıyordu.

Francouis yüz hatları olarak gerçekten Fransız diyebileceğimiz kadar yakışıklı biriydi. Kıvrık kirpikli ela gözlerini Belle'ye de miras bırakmıştı. Saçları çikolata tonunda ve gürdü. Ah, evet tıpkı Belle gibi. Bahçeden saçları uçuşan kızı girdiğinde düşündüğü bir şey vardı:

Kızını özlemişti, gerçekten.

Belle içeriye girip gözünden kalpler çıkarcasına bakış attı. Her şey sofrada yerini almış tamam gözüküyordu.

Masaya oturup gözlerini evde gezdirdi tekrardan. Alışmaya çalışıyordu. Büyük bir mutfağı vardı, mutfağın önündeki kapı bahçeye açılıyordu. Mutfağın büyük olduğu gibi salonda kocamandı. Babası yumuşak kumaştan ekru renginde büyük koltuklar seçmişti. Köşede iki yeşil bitki duruyordu. Sehpanın üstünde hastalıklarla ilgili dergiler, köşede ise pathé ve duvara asılı plaklar vardı.

Babasının ne kadar zevkli biri olduğunu biliyordu. Ev diğer detayları ile harika gözüküyordu. Üst katta da üç oda vardı. İkisi Belle ve babasının yatak odasıydı. Göl manzarasına bakıyorlardı. Belle'ye güvende hissettiren bir evdi. Sıcacık bir ev...

Her şey harika ilerliyordu. Ta ki...

"Je n’irai pas! Pourquoi veux-tu l’envoyer, papa? N’est-ce pas toi qui voulais que je reste à la maison?"

Gitmiyorum! Neden göndermek istiyorsun, babacığım? Evde kalmamı isteyen sen değil miydin?

"Ma vie J’ai un jour ou deux où je ne te laisserai pas seul à la maison. Je ne peux pas te laisser rester seul à la maison. C’est ce que font les super papas. D’ailleurs, n’avez-vous pas toujours été celui qui a pris ma permission?"

Seni evde yalnız bırakmayacağım bir iki günüm var. Evde yalnız kalmana izin veremem. Süper babalar böyle yapar. Ayrıca, her zaman benim iznimi alan sen değil miydin?"

Çapulcular Zamanından |Stella Belle Anderson | Sirius Black|Where stories live. Discover now