I

82 25 2
                                    


Gergedan püskürttü öksürürken, biraz evvel yuttuğu sinekleri. Sinekler, gergedanın dev ağzından fırladığında ezik ve sersem haldeyken, aniden bir sinek kasırgasına dönüşmüştü. Ardı ardına dönen dehşet büyüklükteki sineklerin her biri gergedanla aynı boyuttaydı. Sinek kasırgası, gergedanın değişen yüzünden oldukça hoşlanmıştı.

Olduğu yere çivilenen gergedan için kurtulmak imkansızdı. Sineklerin kanatları gergedana duvar olmuştu ve hepsi senkronize bir şekilde kara deliği andıran ağızlarını açmışlardı.
Tek lokmada gergedanı silip süpürürken ortada kanı bile kalmamıştı.

İnce şekilli dudaklarından çıkan hırıltılı nefesler odadaki tek sesti. Bu genç adam böyle uzun soluklu kabusları çoktan kanıksamıştı.
Artık nedenini merak etmiyor ya da kesintisiz bir uyku için çabalamıyordu.

Ve yine hafif bir sallantıyla uyanmıştı. Uyandığında ilk işi saate bakmaktı. Saatin 05.17 olduğunu görünce yattığı yerden asalakça kalktı ve mağaradan farksız evinde banyoya gitti.

Işığı yaktı, önce birkaç kez yanıp söndükten sonra cılız sarı ışık banyoyu aydınlatmıştı. Küçük işini halledince elini yıkamak için lavabonun önüne geldi, tam o sırada kafasını kaldırdı ve kirli aynadaki kirli görüntüsüne baktı bu sefer biraz uzun bakmıştı. Daha sonra üstünü çıkarıp duş aldı. Kısa süren duşunun ardından giyinip çıktı.

Evinin karşısı boş bir araziye bakıyordu, adımlarını o tarafa yönelti. Havada hoş bir tını ve tınıya uyan göğün renkleri, gözlerin görebildiği yegane güzel şeylerden biriydi. Ve tabii o da bu hoş havanın büyüsüne kapılmış, doğaçlama bir melodi uydurmuştu. Ritmine uçuşan yapraklar da ahenk sağlamıştı. Gideceği yer, bazenleri yakın çevrenin kullandığı tenha bir yürüyüş alanıydı. Birkaç adımdan sonra gelmişti.

İşte sonbahar şöleni! Diye geçirdi içinden. Ufak bir tebessüm etti. Ağaçların arasından sızan güneş ışınları, uçuşan kuşlar ve doğaya ait olan saf koku... Ona şifa gibi geliyordu. Buna çok ihtiyacı olduğunu biliyordu. O hep doğanın bir parçası olmak istiyordu. eğer ruhu bir denize dönüşseydi ya da vadilerde bulunan hoş kokulu bir çiçeğe dönüşseydi, belki de kendini biraz olsun bu dünyaya ait hissedebilecekti.

Bunları düşünürken yürümesine hiç durmadan devam etmiş ve epeyce bir yol kat etmişti. Ardından, karşılaştığı dev yaşlı salkım ağacına, sanki aşık olmuş gibi bakıyordu bu onun çok ama çok hoşuna gitmişti ve fotoğrafını çekmesi gerektiğini düşünüp birçok kez çekmişti.
Diğer ağaçlardan farklıydı, ana gibiydi, buranın anasıydı adeta.

Etrafında minik renkli bir bitki örtüsü vardı. Hepsinden öte, kesin olan bu ağacın heybetiydi. Devam etti yoluna kaldığı yerden. Kullanım dışı, yıllanmış Tren yolunu takip ederek yolun kavşağına çıktı. Daha sonra biraz yabancısı olduğu caddeye geldi. Saat şimdiye dek dokuzu geçmişti. Bu nedenle insanlar caddeye ses getirmiş, hareketlendirmişti.

Gelen simit kokusu ile ne kadar aç olduğunu fark etmişti hemen ceketinin cebini yokladı içinden birkaç lira ve çengelli iğne çıkmıştı gülümseyerek simit tezgahına dikildi. Karşısındaki Zübik bıyıklı gri şapka takan adama sevimli bir tebessümle,

"Merhaba efendim. İki simit alabilir miyim?"

Dedi. Ancak simit satıcısı onun sevimli gülümsemesini hiçte sevimli bulmamıştı. Aksine ürkmüştü. Çünkü onun gözünde, sakalları epeyce uzamış, bakımsız görünen giysileri ile şüpheli bir tipi andırıyordu.

Bu sebebten dolayıdır ki nazif tavrı simit satıcını etkilememişti. Hızlı davranıp iki simidi sarıp verdi ve o da ellerindeki buruşmuş parayı satıcıya uzattı. Arkasını dönüp yürüyecekken biri onun adını seslenmişti.

" Ruhan?... Seni tanıyamadım!. Ne yapıyorsun buralarda ?"


RUZEVAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin