7 Eylül

50 38 11
                                    





Denizin kabarıp çekilme sesleri kulağımdaydı. Hafif rüzgar esiyordu. Kafamı gökyüzüne kaldırdım. Kara bulutlarla kaplanmıştı. Görünen o ki yağmur yağacaktı. Sanki Zifir sonbaharın kapıda olduğunu bize hatırlatmaya çalışıyordu.

Odağımı karşımda oturan kişiye çevirdim. Uzun kumral saçlarını omuzlarından aşağıya serbest bırakmıştı. Esen rüzgar saçlarını sağa sola uçuşturuyordu. Bu yaptığı işe engel olduğu için sinirlerini bozsa da pes etmeden yüzüne düşen saçları geriye ittiriyordu. Saçları her yüzünü kapattığında dudaklarını büküyordu.

Her mimiğini incelemekten kendimi alıkoyamıyordum. Yaptığı işi rayında gittiğinde kocaman gözleri berrak su gibi parlıyor, dudakları kenara kıvrılıyordu. Sadece izlemek bile keyifvericiydi. Başka türlü kelimelere dökemiyorum çünkü.

Deniz kenarına yakın çardakların birinde oturuyorduk. Kahve renkli tahta masada karşılıklı oturuyorduk. Önümüzde toprağın olduğu kare şekilli saksı, suluk ve lale soğanları vardı. Ve tabii ki Pelin'in fotoğraf makinesi.

Güne Pelin'in araması ile başlamıştım. Erkenden gerekli malzemeler için alışveriş yapıp buraya gelmiştik.

"Evet, şimdi laleleri dike biliriz." Heyecanla ellerini birbirine çırptığında dudaklarımda engellemeyedeğim tebessüm belirdi. Kırılmamasına dikkat ederek lale soğanlarını toprağa bastırdı.

"Suyunu ben döke bilir miyim?" Sorumla heyecanla kafasını aşağı yukarı salladı. Suluğu elime aldığımda o da fotoğraf makinesini eline aldı. Sorgulayıcı şekilde baktım ona "Ne yapıyorsun?"

Makinenin flaşı yüzümde patladı "Sence?" Kafamı iki yana sallayarak laleleri sulamaya başladım. Yaptığım her hareketi fotoğraflamıştı.

Aklıma gelen soruyu dile getirdim aniden "Niye fotoğrafçılık, Pelin?"

"Hatırlıyor musun, iz bırakmayı seviyorum demiştim." Kafamı aşağı yukarı salladım ağır ağır "Her fotoğraf bir anıdır. Belki de tesellidir. Geçmişten bir parçadır. Yaşanmışlıklardan bir izdir. İz bırakmaya sevdam fotoğraftan geliyor. Bi' flaş patlaması saniyelik ışık yansımasından çok daha fazlası. İçine sığdırdığı kahkahalar, gözyaşı, hüzünlerle çok daha fazlası." Kırık şekilde gülümsedi "Şimdiki Pelin'i geleceğe taşımak için fotoğrafçılık." Söylediklerini dinlerken nutkum tutulmuştu. Gözlerimi kırpmadan onu dinliyordum.

Elini çenesine koyarak yüzümü seyretmeye başladı. Dudaklarını araladı fakat geri kapattı. Galiba tereddütlüydü "Söyle Pelin."

"Niye ekonomi değil, Uzay?" Sorusu ile boğazıma tekrar bir yumru oturdu. Nefes almama engel olan.

Omuzlarımı kaldırıp indirdim "Sözcükleri daha çok seviyordum gâliba." Bir şeyleri çözmeye çalışıyormuş gibi ifade vardı yüzünde.

"Seviyordun? Şimdi sevmiyor musun?"

Omuzlarımı kaldırıp indirdim "Sevip sevmemin bi' önemi yok ki." Kafasını yana doğru yatırdığında uzun uzun gözlerimin içine baktı.

"Hayat başkalarını mutlu edip kendini arka plana atmak için çok kısa. Ve acımasız. Çünkü sen farkına varmadan senin için hazırladığı planı her zaman vardır. Kapına dayandığında anlarsın aslında tek merkezin kendin olduğunun. Kendin olman gerektiğinin." Acılı bir tebessüm yer edindi dudaklarında "En kötüsü bu ya farkına vardığın zaman iş işten geçmiş olur."

Çenesinden çektiği eli bir anda masanın üzerinde olan elimin üzerine kapandı. Afallayarak ona baktığımda sıcak şekilde gülümsedi "Sonunda geç kaldığın kişi sen olma." Sona doğru sesi titremiş gözleri dolmuştu. Şaşkınlığımdan kurtulamıyordum. Söylediklerini elbette anlıyordum ama kolay değildi.

Sanki ne düşündüğümü anlamış gibi konuşmaya devam etti "Kolay olmadığını biliyorum. İlerlemek istediğin yolda önündeki engelin ağırlığının da farkındayım. Ama Uzay, onları kaldırmanın senin elinde olduğunun da farkındayım." Anlayış doluydu bakışları.

"Nasıl yapacağımı bilmiyorum. Bu yaşıma kadar onlara hiç karşı gelmedim ki."

"Onlara karşı gelmeden iyiliğini değil, mutluluğu seçmen gerektiğine inandıracaksın." Anlamaz bakışlarla baktığımda tekrar gülümsedi "Her insanın bir dönüm noktası vardır. Susmuş volkan gibi düşün. Durur, an kollar, patladığında ise karşısında kimse duramaz." Elleri güç vermek ister gibi sıktı ellerimi "O zamanı bekle."

Dudaklarımı büktüm "Ya o zaman hiç gelmezse"

"İçinde yeşermeyi dört gözle bekleyen umut varken gelmeyeceğini nasıl düşüne bilirsin ki?" Dudaklarındaki tebessüm bulaşıcıymış gibi bana da bulaştı.

"Tanımadığın insan en çok tanıdığındır aslında." İçimden geçen cümle dudaklarımdan döküldü. 15 yaşımda yazdığım hikayeden bir alıntıydı bu cümle. İnanarak yazmamıştım. Deneyimlememiştim çünkü. Fakat on dokuz yaşındaki Uzay artık o cümlenin ne anlama geldiğini yavaş yavaş anlıyordu. Aklıma gelen cümle ile dudaklarım tekrar aralandı "Tanıdığınız insanlar içinizi görmek için çaba sarfetmeyen yabancılardır."

Ağzı bir miktar açık kalmış şekilde yüzüme bakıyordu. Diğer elimi elinin üzerine koyduğumda kirpiklerini hızla kırptı. Küçük kahkaha attım "Korkma sana evlenme teklifi etmeyeceğim." Sinirli şekilde bakmasını umursamadan tek parmağımı naif elinin üzerinde gezdirdim "Anlaşılmanın çok güzel bir şey olduğunu hatırlattığın için teşekkür ederim, Pelin." İçten şekilde gülümsediğinde dudağının kenarındaki küçük torbalar ortaya çıktı. Eş zamanlı oalrak rüzgar esintisi ile saçının bir tutamı sağa sola hareket etti. Bezgin şekilde elini geri çekerek düzeltmeye çalışacağı sırada ondan hızlı davranın benim elimdi.

Yüzüne düşen tutamı geriye çekip kulağının arkasına ittiğimde gözlerim gözlerine ilişti. Kahve rengi gözleri şaşkınlıktan yuvalarından çıkacak gibi bakıyordular. Dudaklarını titreyerek araladı "Neden... şu an bende gözün olduğunu düşünüyorum?"

Küçük bir kahkaha attım "Zamanın da insanlar için şaşırtıcı planları vardır. Her gün..." Parmaklarım yanağını kavradı "Her saat, her saniye için." Yanakları kıpkırmızı olmuştu. Put gibi bakarken zorlukla yutkundu.

Geriye çekilip arkamı yaslandım kollarımı göğsümde kenetleyerek. Sırıtarak yüzünü incelediğimde bana bakmamak için gözünü her noktaya kaçırıyordu. Pelin gerçekten bu kadar utangaç mıydı?! Yoksa bugün içine bi' şey mi kaçmıştı?!

Eylül /Kısa hikayeWhere stories live. Discover now