Laf sokup işi bırak demesini beklemiştim tüm konuşma zamanı ancak tek bir laf etmemiş, bana uyum sağlamıştı.

Garip hissediyordum. Bir yanım mutlu olurken başka bir tarafımda ağırlık vardı. İçimdeki o taraf, "Aileni kaybettin bir hayal uğruna. Hiçsin artık." diyip beni pişman olmaya zorluyordu.

İş, ailen için hiç olmaya değer miydi?

Erkan suratımı bir süre daha izledi sessizce ancak kapatmadı. Tam ben kapatacaktım ki sıkıntıyla kafasını kaşıyıp söze girdi. "Akbulut ailesi yeni bir anlaşmaya daha vardı. Artık Manisa'da büyük bir kiraz ağacı alanımız var. Meyveli şaraplar için en iyi kalite olacağını düşünüyoruz." Akbulut ailesi diye başlaması o kadar garip hissettirdi ki nasıl tepki vereceğimi bile kestiremedim. Ailemiz değildi. Akbulut ailesiydi.

Sanki benim onlarla hiç alakam olmamıştı.

Erkan fark etti mi bilmiyorum ancak istifini bozmadan devam etti. "Ayrıca utançla da olsa söylemem gerek... Çelebi ailesi ile manisadaki kiraz bölgesi için anlaşma imzalamak zorunda kaldık çünkü bizden önce onlar zaten orayı satın almıştı. Nasıl aldılar bilinmez fakat ihtiyacımız olduğu için imzaladık." Her kelimesinde gözlerim irileşti. Bu salaklar kafayı mı yemişti?! Onlara güven olmayacağını herkes biliyordu. Sıkıntılı gözlerle bakan Erkan da biliyor gibiydi.

"Onların geçmişini az çok herkes biliyor. Sosyeteye girmek için kullanmışlar resmen! Akbulut ailesinin adıyla kendilerini temize çıkarmalarına izin vermek de ne demek! Para için hem de!" Erkan oflayarak böldü beni. "Nedim, senin düşünmene gerek yok. Biz biliyoruz zaten. Halledeceğiz." demiş ve başka bir yana bakmıştı. Saate baktığını fark ettim. Daha çok edeceğim laf vardı ancak resmen ağzıma dizmişti. Ne yapacağımı bilemediğim için boştaki elimi üstümdeki eşofmana sürterek teri atmaya çalıştım.

O aileden değildim. O aileden değildim. Değildim. Değildim...

"Sen öğrencilerini düşün. Dersleri falan. Sonra konuşalım mı? Aklıma daha bakmayı bitiremediğim dosyalar geldi. Bir de uyumayı düşünüyordum..." Erkan'ın ayağa kalkmasını izlerken burukça gülümsedim ancak neyse ki o göremedi. Kalbim kırılmıştı. Nedenini bilmek istemiyordum. İçten içe bilsem de...

Ailem artık yoktu. Yapayalnızdım.

O olaydan sonra annem ve babam sadece iki kez aramıştı. Son aramaları beş gün önceydi. Hiç mesaj atmamışlardı.

Ne düşündüğümü bende bilmiyordum.

Keşke beni yolçularlarken ve terör olayının olduğu zaman o kadar büyük konuşmasalardı.

"Kapatıyorum o zaman. Çok yorma kendini." dedim. Erkan masasına otururken bana bakmadan başını salladı. Aynı anda kalın meşhur dosyalardan birini çıkarıyordu. "Sen de kendime iyi bak. Duş almayı unutma." Bu beni gülümsetirken kapatmak için hazırladım kendimi. Konuşacak bir şeyimiz kalmamıştı. Zaten pek yok gibiydi... ben zorlamıştım biraz. Özlemiştim iste saf gibi. Unutma Nedim unutma...

"Ha bu arada!" dedi Erkan dosyayı masaya bırakırken. Birden sesi yükseldiği için şaşkınca ona baktım. Yerimden tam kalkarken dediği için dizlerimin bağı çözüldü. Korkutmuştu beni ya. "Ne bağırıyorsun?" diyebildim yüzümü buruştururken. Çekmeceyi karıştıran beden ses tonumu pek takmadı ve oradan bir şey çıkardı. Araba anahtarı.

Benim arabam... "Bak seninkinin anahtarını alabildim. Bana verdi deden." derken kocaman sırıtıyordu. Bu kadar çabuk alabilmesi beni şoka sokarken, "Nasıl ya... vermezdi o kimseye kolay kolay bir şeyler..." Ben hariç. Ben hariç kimseye toleranslı olmazdı. Ancak bu değişmiş gibiydi. Erkan anahtarı sallarken kocaman sırıtmaya devam etti. Anahtarımın demir tarafı ışık yüzünden parladı. Hala taktığım o gümüş süs duruyordu.

KARA GECENİN GÜNÜ AYMAZ | bxbWhere stories live. Discover now