Koşar adımlarla beni götürüyordu hatta koşuyordu da belki emin değildim. Başım dönüyordu. "Anlatacağım," diyerek beni götürmeye devam ediyordu. "Başına dert alıyorsun," dedim. Beni bu kadar açık savunması, koruması onun konumunu zedeleyebilirdi. "Öyleyse derdimi başımda taşırım," derken kendinden oldukça emin bir pürüzsüzlükle konuşmuştu. İçten içe gülümsedim. Dakikalar sonra en sonunda bir yere yatırıldım. Sanırım ameliyathaneye getirmişti beni. Başımı elleri arasına aldı ve kulağıma doğru yaklaştı. "Hemen burada olacağım," sesi üzerine götürüldüm. Aklıma takılan bin bir düşünceyle ondan uzaklaştırıldım. Bana yakınlığı askeriye tarafından ona tehlike getirebilirdi. Bunun olmasını istemezdim. Çizgilerini aşıyordu. Kendinden ödün veriyordu ve o sert görünümünün ardında bana olan yaklaşımını herkese gösteriyordu.

Onun için endişeleniyordum. Yersiz duygular yüzünden her şey berbat olsun istemiyordum. Sadece onun kontrolünde olan ve işini yapan biri olarak görünmeliyken çok daha fazlası oluyordu. Onunla yemek yiyor ve onunla uyuyordum. Kimse onun Müslüman olduğunu bile bilmiyordu. Herkes ondan umursamayıp işine bakmasını beklerdi. O ise bana derdimi başımda taşırım diyordu. Bugün bunları yaparken, bu yakınlık ilerlerse yarınlarda ne olacaktı? İnsanların ondan şüphe etmemesi gerekiyordu. Birbirimize alışmaya başlarken mesafe içinde kalmaya çalışma düşüncesi bizi zorlar mıydı? Nasıl oldu bilmiyorum ama o bana her dokunduğunda değişik oluyordum. Bana küçük bir temasında sanki içimdeki düğümler açılıyordu. Belki de hiç arkadaşı olmadığından sonunda aradığını bulmanın verdiği bir yakınlıktı bu. Bilmiyordum...

Uyutuldum. Etrafımdaki ellerle uyuştuğumu hissettim. Düşüncelerim zihnimi kurcalıyordu. Kwang'ın iyiliği için ondan uzak durmalıydım. Yıllarını, amacı için verdiği mücadelesini benim yüzümden riske atmamalıydı. Nasıl olacaktı bu? Bunları düşünürken bile kendime inanmıyordum ki ben. Şuradan çıktığımda ona sarılmayı ve sakinleşmeyi kurguluyordum.. Dinlenmek istiyordum... Bu iki zıt fikir arasında kendime kızmayı da ihmal etmedim. Onun bana olan yakınlığına karşı yeterince uzak kalamadım. Başarırım sanmıştım ama yapamadım. Umursamaz yanım ağır basıyordu. Ne olacaksa olsun tarafım, kendini kısıtlayan yanımdan nefret eden tarafım! Onda bir şey vardı. Ne olursa olsun verdiği o güven duygusu içime zorla girmenin bir yolunu buluyordu. 

Ne kadar zaman geçti bilemedim ama uyuşan bedenimi hissetmeye başlamıştım. Üzerimde hissettiğim üşüme hissiyle gözlerimi yavaşça araladım. Hasta yatağı üzerinde götürülüyordum. Koridordaki ışıklar gözümü alıyordu. Uzun koridor yolları bittiğinde Kwang'ın sesini işittim. Revir odalarından birine sürüyordu yatağı. Hemen başucumdaydı. "Buradayım," sesi üzerine rahatladım. Onun adına korkuyordum da. Kafayı mı yiyordum acaba? Yatağı bir köşeye yerleştirdiğinde bir sandalye alarak hemen yanıma oturdu. Onun yanında kalan elimi elleri arasına alarak, "İyi misin?" diye sordu. Gülümsedim. "Dejavu mu oluyorum?" dediğimde neyi işaret ettiğimi anlamıştı. Gülümsemem de onu rahatlatmış gibi duruyordu. Boğulma tehlikesi yaşadığımda da aynı endişeli gözlerle bakmıştı bana. 

"Sanırım ben de dejavu oluyorum," diyerek elimi tutmaya devam etti. Bir süre sessiz kaldık. Olaylar uzun süre gülümsememize izin vermiyordu. "Bunun hesabı sorulacak. Merak etme," dedi ciddiyetle. Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Kimseye hesap sormaya kalkma Kwang. İşleri batıracaksın." Aklında ne varsa bundan cayması için elimden geleni yapmalıydım. "Bana bırak. Ben ne yaptığımı biliyorum," dedi. Gerçekten ne yaptığını biliyor muydu? Bunu konuşmak için zamanımız olurdu. Bu konuyu artık fazla düşünmek istemeyerek, "Doğa nasıl?" dedim. Kwang beni alıp götürdüğünde hücrede kalmıştı. Ciddiyetini bozmadan konuştu. "Doğa için değil, kendin için endişelenmelisin," dediğinde bu sözü beni ürkütmüştü. "Ne demek istiyorsun?" dedim sorgularcasına. 

KIŞ GÜNDÖNÜMÜ Where stories live. Discover now