onu başımla onayladım. birkaç adım ileriden ilerlemeye başladığında büyük adımlar atarak yanına yetiştim ve alnını tekrar kontrol ettim. rezil olmadan bir günüm geçmiyordu resmen. ne şans ama! asansöre birlikte bindik ve aşağı inene kadar hiç konuşmadık. arada ona kaçamak bakışlar atıyordum ama fark etmiş gibi durmuyordu. bir yandan ona olan ve onun bana olan borç listelerini kafamda tartarken bir yandan da ne söyleyeceğimi düşünüyordum.

ya da beni şu an binmek için ilerlediğimiz arabasıyla ezmek istememin etik olup olmayacağını.

yine de benden beklenmeyecek bir şekilde suskunluğumu korudum ve ön koltuğa bindim. şöfor koltuğuna oturdu. o birkaç bir şey yapıp ve arabayı çalıştırırken emniyet kemerimi taktım. şirketin otoparkından ayrılırken ellerim kemerime gitmiş, sertçe sıkıştırmaya başlamıştım. kesinlikle bir şeyleri yine berbat edecektim. belki de konuştuktan sonra beni kovmak bile isteyebilirdi. seneler öncesinde arkadaşlarını aniden hayatından kovan birini senelerce tırnağıyla kazıyarak kurduğu şirketinden kovmak istemesini de garip karşılamazdım.

"aç mısın?" diye sordu bakışlarını yoldan ayırmadan. aslında stresten dolayı biraz acıkmıştım ama onu batırmak istemediğimden reddettim. "sessiz sakin bir yer biliyor musun?" dedim saygı eki eklemeden. saniyeliğine bakışları bana kaydı ve anlayabildiğim kadarıyla biraz şaşırmıştı. sonuçta şirketin dışındaydık ve konuşmayı dışarıda yapmayı teklif etmemin temek amacı da bu aptal eklerden kurtulmak istememdi. biraz olsun rahatlamaya çalışırken boğazını temizledi kendine gelmek istermişçesine. "tatlıları güzel olan bir yer biliyorum ama sessiz midir emin değilim."

"olsun," dedim söylediklerinin hemen ardından. yol boyunca bir daha hiç konuşmadık. ben sessizce dışarıyı izledim. kore, son gördüğümden bu yana epey değişmişti. binalar gelişmişti ve neredeyse hepsinin üzerinde renkli, büyük reklam panoları vardı. teknoloji konusunda oldukça geliştiğini fark etmek için de kör olmak gerekiyordu. insanların düşünce yapısı hakkında henüz pek bir şey bildiğim yoktu ancak gelişmiş olmalarını umuyordum. cahil bir toplumda yaşamayı kim isterdi ki sonuçta? sonra, büyüdüğüm mahalleyi de acayip merak ediyordum. o zamanlar ortalama sayılabilecek bir yerdi ve oranın da gelişmiş olduğunu tahmin ediyordum.

çok geçmeden araba durdu. kırmızı ışıklardan birine takıldığımızı düşündüm ama duyduğum kapı sesi benim de arabadan çıkmam gerektiğinin habercisiydi. hızlıca arabadan indim ve derin bir nefes aldım. etrafa göz gezdirdim. oldukça şirin bir kafeydi. duvarları pastel maviye boyanmıştı ve her iki yanından renkli çiçekler sarkıyordu. etrafa yaydıkları ferah kokuları yapay olmadıklarını kanıtlar nitelikteydi.

binaya girdiğimizde ise güler yüzlü çalışanlar karşıladı bizi. içerisi oldukça aydınlık duruyordu. köşelerde L koltuklar vardı ve üzerlerinde oldukça şirin, çiçek desenli minderler yerleştirilmişti. diğer sandalye ve masalar geçişi engellemeyecek şekilde ve göz yormayan bir düzende dizilmişlerdi. gayet güzel ve tatlı bir görünümü vardı.

köşeye yakın masalardan birine yerleşip siparişimizi verdik. her ikimiz de dondurma söylemiştik. minho rahatsızca yerinde kıpırdandı ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "dinliyorum." dikkatini bana odakladığında yutkundum. nasıl başlamam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. aslında vardı ama şu an yoktu, bütün o yaptığım hazırlıklar kuş olup uçmuştu resmen. boğazımı temizleyip yerimde dikleştim. "aslında... belki beni hatırlamışsındır, bilmiyorum ama kendimi sana hatırlatmak istedim çünkü içimde büyüyen merak duygusuna engel olamıyorum.

yedi sene öncesinde sizi terk edip gitmek zorunda kaldığımda, bana şakayla karışık söylediğin şeyi hatırlıyor musun? kime omuz atıp dondurmasını düşüreceğini söylemiştin. ben ingiltere'de olduğum süre boyunca senin, benim dondurmamı tekrar düşüreceğin günü bekledim. yaptığımız maçlardaki kaotik ortamları özledim. birimizin başına bir iş geldiğinde hepimizin onun yardımına koşmasını özledim. ben sizin hakkınızdaki her şeyi özledim ama size yeni kavuşabildim.

ice cream, minsung ✓Wo Geschichten leben. Entdecke jetzt