on bir

532 69 23
                                    

kore'nin en çok yağış aldığı günlerden sayılabilecek bir günde jeongguk, herkes okuldayken, bir elinde şemsiyesiyle birlikte evinin kapısında bulunduğu bisikleti sürüyordu. yüksek bir tepeye gelmiş ve tek bir yağmur damlasını umursamadan taşlardan birine oturmuştu. artık bir şeyler için geri dönüş olmadığının farkındaydı. aklındaki miras meselesi onun için tamamen bitmiş sayılmazdı, mirası alınca ne yapacağını net bir şekilde biliyordu. orada öylece oturdu, dinlendi. kafasından çıkmayan biri vardı ve o kişi yavaş yavaş zihninden kalbine doğru ilerliyordu. bunun farkında varalı çok olmamıştı jeongguk için. son birkaç gündür böyle hissediyordu, kıskanç, onu görmek için sabırsız ve -saçma bir şekilde- rahatsız olmasın diye gittikçe sakin biri olmaya başlamıştı. yanındaki herhangi birini kıskanabilirdi, saçlarına dokunan, sarılıp kokusunu içine çeken veya kıkırdamasını duyan herhangi birini işte.

  yağmur hızını arttırdığında yerinden kalktı, bisikletine bindi ve çamurla kaplı yollarda ilerlemeye başladı. bir elinde şemsiyesi ile okula doğru ilerleyecekti. planı bu yöndeydi ama jeongguk gördüğü yerle durdu. etrafı demirliklerle kaplı binaya doğru ilerledi. dolan gözleri yağmurdan dolayı kendini belli etmiyordu. eskimiş binaya yaklaşamadan durdu, bahçeyi inceledi. annesi ve babası, jeongguk küçükken burada içlerinde jeongguk'un da dahil olduğu çocuklarla ilgileniyorlardı. babası akşam onlara kukla gösterisi yapıyor ve annesi de güzel kurabiyelerinden getiriyordu. bahçede oynadıkları oyunlar, annesinin onlara okuduğu kitaplar ve birçok şey buradaydı. burada kalmıştı.

kaza gününe kadar.

jeongguk daha 5-6 yaşlarındayken, gece aldıkları bir haberle dedesi ile birlikte hızla okula gitmişlerdi. dedesi onu tutuyor, gözlerini kapatmaya çalışıyordu. okulunun camları kırılmış, her yer toz duman olmuştu. annesi ver babasını bekliyordu, gelip kendisine sarılmalarını ve evlerine gitmeyi bekliyordu.

gelmediler.

jeongguk birkaç gün toparlanmaya ve olayları anlamaya çalışmıştı, henüz küçüktü ve yanında olan bir kişi vardı. hayır hayır, iki kişi vardı. biri dedesiydi. diğeri ise jeongguk'un tatlı yakın arkadaşı. okulda hep birlikte oyunlar oynadığı, birlikte uyuduğu, yemek yediği ve şarkı söyleyip dans ettiği tatlı arkadaşı.

  jeongguk binaya yaklaştıkça kafasında dönenler, zihninde canlananlar ve gözünün önünden geçenler artmaya başladı. hıçkırıklar içinde ağlayarak oradan çıktı, duvar dibine yaslandı ve öylece bekledi. saatlerin geçmesini, yağmurun dinmesini ve hatta annesinin gelmesini bekledi.

  yaklaşık bir saat sonra taehyung okuldan çıkıp eve gidiyorken tüm gün aklında olan jeongguk'u yerde otururken gördü. elindeki şemsiyeyi yere atıp hızla yanına koştu. jeongguk'un üstünde sadece bir deri ceket vardı ve muhtemelen hasta olacaktı.

"jeongguk, kendine gel. buradayım tamam, hadi kalk."

taehyung yerdeki oğlanın kollarından tuttu ve tüm gücüyle ayağa kaldırmaya çalıştı. bir kolunu beline sardı ve hızlı adımlarla onu evine doğru götürdü. yol boyunca jeongguk tek bir kelime etmedi, nefes bile almıyor gibiydi.

eve geçtiklerinde anahtarı jeongguk'un cebinden çıkardı ve onu salondaki koltuğa yatırdı. beklemesini söyleyip odasına gitti ve jeongguk'un dolabını utana sıkıla karıştırıp rahat bir şeyler bulduktan sonra giymesi için yardım etti. jeongguk'u yatırdı, üstünü örttü ve ateşi için başına bir havlu koydu. mutfağa ilerleyip ona güzel bir çorba hazırlamaya başladı. ara sıra jeongguk'un öksürük seslerini duyuyor, içi sızlıyordu. bazen de sesli mırıldanmalarını dinliyordu.

  çorbayı hazırladı ve salona geçti. koltuktaki bedenin ateşine baktı ve gülümsedi.

"daha iyisin işte, iyileştirdim seni."

jeongguk ayaklandı ve oturur pozisyona geçti. taehyung bir yandan sıcak çorbaya üflüyor bir yandan da ne olduğunu sorup sormamak arasında gidip geliyordu.

"özür dilerim taehyung."

saatler süren sessizliğini bu cümle ile bozan jeongguk, taehyung'un elindeki tepsiyi bırakmasını sağlamıştı. taehyung iki elini karşısındaki oğlanın yanaklarına yerleştirdi ve gülümsedi.

"özür dilenecek bir şey yok."

"taehyung ben sana çok geciktim."

"geldin ya jeongguk, gerisi önemli değil."

"yüz saat oldu mu?"

"yüz saat oldu."

  jeongguk karşısındaki küçük bedeni iyice kendine yaklaştırdı. dudaklarını önce saçlarına sonra alnına değdirdi. öpmüyor, sadece dudaklarını gezdiriyordu. daha sonra yanaklarına ve oradan da çenesine doğru ilerledi. dudakları arasında santimler varken durdu.

jeongguk durdu ama taehyung aynı şeyi yapmadı. dudaklarını sakince jeongguk'un dudaklarına değdirdi. yıllardır sabırsızlıkla istediği bir şeyi hiç acelesi yokmuş gibi yapıyor, jeongguk'u sakince öpüyordu. dövmeli olanın elleri, taehyung'un ince belinde geziniyor; taehyung'un elleri ise iri bedenin omuzları ve saç dipleri arasında gidip geliyordu.

ayrıldıklarında jeongguk küçüğünün boynuna yöneldi. dudaklarının değdiği, öptüğü her yere burnunu bastırıyordu. kokusunu içine çekiyor ve tekrar tekrar öpüyordu.

"berbat biriyim."

"hayır, saçmalama."

"çok geç kaldım taehyung. ellerine pis dedim, alay ettim resmen. hep sert çıkıştım, davet ettiğin yemeğe laf ettim. en önemlisi, yüz saati çokça geçirdim."

"yüz saat tam az önce, beni öptüğünde doldu jeongguk."

taehyung 5, jeongguk 6
yaşındayken

"bir daha gelmeyecek misin jeonggukie?"

jeongguk minik bedene sarılıp saçlarını okşadı. yanaklarını öpüp geri çekildi ve gülümsedi.

"minik taetae'm, geleceğim tabii. hem de yüz saat sonra!"

"yüz saat çok az demek mi?"

"birazcık az."

"o zaman ben seni beklerim, sen de bekler misin?"

"beklerim! geri geleceğim zaten, bize oyuncak da getiririm."

"tavşan oyuncağı bile mi?"

"hmhm, o istediklerinden."

"o zaman hızlı git ve yüz saat sonra gel, tamam mı?"

"tamam, geleceğim."

taehyung, jeongguk'un boynuna atladı ve yanaklarına ıslak öpücükler bıraktıktan sonra dolu gözleriyle geri çekildi. jeongguk son kez el sallayarak dedesinin yanına koştu ve kore'den amerika'ya sürecek yüz saatlik yolculuk için havaalanına gittiler. taehyung ise başını öne eğdi ve ilerleyen zamanlarda annesine her dakika saati sordu.

günümüz

günün devamı güzeldi, jeongguk çorbasını içmişti ve taehyung'a elinin çok lezzetli olduğunu ama dudaklarını geçemeyeceği hakkında bir şeyler söylemişti. taehyung ise hafif kızaran burnunu ve kulaklarını gizlemek için başını eğip duruyor sonrasında ise bunun faydası olmadığını fark edip saklanmak için jeongguk'un göğsüne sarılıyordu.

yüz saat dolmuştu ama ileride onları bekleyen birçok yüz saat daha vardı.

-
beğendiniz miii😉

what's left of you Where stories live. Discover now