EVLAT PRANGASI -4

Começar do início
                                    

"Eve dönmek istiyorum" dedi ağlamaklı bir tonda. Dizlerini karnına çekip, sobadan yayılan cılız sarı ışığa baktı dolu gözleriyle. Elinden geldiği kadar babası için sabır göstermişti. Ama köyün güzel bir anı olarak kalabilmesi için kısa zamanda Almanya'ya geri dönmeleri gerekiyordu. Karşı koltukta, oturduğu yerden kalktı babası ve küçük kızın yanına oturdu. Kolunun altına aldı Azize'yi. Biraz sarılmak, biraz sahip çıkmaktı amacı. Evlat başka bir şeydi, insan bağımsızlığını ilan etse de dünyaya, küçük bir beden yüz pranga vururdu ayağına. İlgi bekleyen bir çiçek, ilmek ilmek işlenmesi gereken bir nakıştı. Zordu, bakması beceri istiyordu. Ve Mehmet için tüm bitik hislere rağmen gizli bir huzurdu.

"Sevmedin mi burayı? Babaannen, deden, Mustafa... Hepsini seversin diye düşünmüştüm." Azize sigara kokusu kazağına sinmiş babasına sokuldu.

"Sevdim ama evimizi özledim. Babaanne iş yapıyor, Mustafa hep gidiyor. Dede evde kal dedi ama sıkılıyorum. Fahrrad istiyorum."

"Azize..."

"Türkçesini unuttum baba."

"Bisiklet." Azize başını salladı. Günlük hayatta kullandığı eşyaları olduğu gibi söylüyordu. Babası ona da izin vermiyordu. Bu konuşma onu daha fazla sıktı. Ne olacaktı bu kadar katı davranmasaydı? Bisiklet yerine fahrrad dedi diye tüm Türkçeyi unutmuş sayılmayacaktı ki. Parmaklarını çekiştirmeye başladı farkında olmadan. Dünyadaki tek varlığı babası olmasaydı, onunla bu konuyu etraflıca konuşurdu. Ama onu seven ve yanında olan bir tek babası vardı. Kötü bir çocuk olursa ve babasının dediğini yapmazsa, annesi gibi onu da kaybederdi. Bunun olmasını hiç mi hiç istemiyordu.

"Yarın, birlikte dışarıya çıkarız tamam mı? Ben sana etrafı bir güzel dolaştırırım. Çok seversin buraları." Aslında sözü bu gün içindi ama maalesef ertelenmişti.

"Sonra gideceğiz değil mi?"

"Bence gitmek istemeyeceksin."

"İstiyorum baba, evimi özledim." Mehmet bir sıkıntıya düştü. Biri yetmiyordu, bini dayanıyordu kapısına. Daha fazla sürdürmek istemedi konuşmayı. Bir çocuğu fikrinden caydırmanın en iyi yolu, ona istediğinden daha güzelini göstermekti.

***

"Bak şu ağacı görüyor musun? Dalında salıncak vardı, sallanırdık." Azize başını yukarıya doğru kaldırdı hayretle. Altı uçurum, boyu göğe değen bir ağaçtı bu. Bırak sallanmayı, tırmanmak bile cesaret isterdi.

"Korkmadın mı?"

"Korkak birine mi benziyorum?" Yalancı bir sitemle bakan Mehmet, bir yandan da göğsünü kabarttı.

"Hayır, ondan demedim. Ama yüksek, çok yüksek." Çenesini kaldırıp ağacın uzanmış bir kol gibi duran dalına baktı. Bu dala ip atıyor, sonra da sallanıyorlardı demek. Boşluğa kendini bırakmaktan farkı yoktu bunun. Ya da bir denizin üstünde sallanmaktan. Aşağısı yeşillikten oluşan bir denizdi sanki. Sık otlar, ağaçlar, ufak çay tarlaları ve yamaç kayalar. Üstte gök altta deniz. Bazen yeşil bazen gri. Azize aksiyonun verdiği kalp çarpıntısını ve rüzgâra kollarını açtıkça kesilen nefesini hayal etti bir süre.

Hayalini bölen, ayaklar altında ezilen taşların sesi oldu. Babasının baktığı yöne baktı sonra. Sırtına içi ot dolu sepetini almış güzel bir kız geliyordu kendilerine doğru. Yol üstünde duruyorlardı ama Zeynep'in bir komşu gibi yanından geçeceğini düşününce selam vermek için boğazını temizledi Mehmet. Azize üstten bağladığı başörtüsünden çıkmış kıvırcık saçlarına bakındı kızın. İlk dikkatini çeken bu olmuştu. Kıvırcık saçı severdi, sınıfında bir kız vardı saçı kıvırcık, ona özenirdi hep. Yaklaştıkça, Azize Zeynep'in yüzündeki her detayı daha rahat görebildi.

AZİZE (TAMAMLANDI)Onde histórias criam vida. Descubra agora