"Yarın," dedi Göksu. "Başka bir yere gidecekmişim."

*

Aradan geçen üç gün hiçbir şeyi değiştirmemişti. Zaman değişiyordu ama kalan her şey aynıydı. Bora'nın bana okuttuklarından sonra kafamın içi allak bullaktı. Zihnimin içi sanki bir ressam elindeki tüm boyayı bir anda tuvale fırlatmış gibiydi, karmakarışıktı.

Baran daha iyiydi ve Berk ile Aras hiçbir zaman Baran'ı tek bırakmıyordu. Bora bazen gelip gidiyordu. Bir rutine bağlanmış hayatımız şimdilik bu kısır döngü içinde dönüyordu ve bu durum beni korkutuyordu. Sanki fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Her şey sıradandı. En son ne zaman sakin bir gün geçirdiğimi sorguluyordum.

Üç gün önce görüşmem gereken Ezgi'yi ektiğim için suçluluk duygusu bedenimi terk etmiyordu ama tüm suç Baran'a aitti; Gitmemi istememişti ve bende bu yüzden onunla kalmışım. Ezgi onunla buluşmadım diye yüzlerce kez aramış, birçok sesli mesaj bırakmıştı. İstediğinde oldukça ısrarcı olabiliyordu ama ona buluştuğumuzda her detayı vereceğimi söylediğimde susmuştu. Sahi ona her detayı nasıl verecektim? Ben bile olanları anlamakta zorluk çekiyorken Ezgi'ye ne anlatacağımı bilmiyordum bile. Geçen bu üç gün içinde çocuklarla daha fazla zaman geçirme fırsatı bulmuştum. Onlar da sanki her şey yolundaymış gibi eğleniyorlardı ya da sadece öyle gözüküyorlardı.

Onlarla aynı evde kalmaya başladığımdan beri Berk'in geceleri Beren için ağladığını fark etmiştim. Yaşayan bir ölü gibiydi Berk. İki yıl boyunca bunu fark edemediğim için kendime kızıyordum. O benim neşeli arkadaşım olmamıştı hiçbir zaman. Bir maskenin ardında gizlemişti kendini ve ben onun gerçekliğine ulaşmayı asla başaramamış olmam bir yana bu gerçeklikten bile habersizdim.

Berk'i bu kadar üzen şey babasının yaptıkları olduğunu söylemişti Aras. Beren için ona yalvarmıştı, kendi kızının intikamı için herkesi karşısına olan Cesur'a, kendi oğlu sevdiği kadın için yalvarmıştı. Melek diye bahsediyordu Berk Berenden, meleğim diyordu içli içli...

O gece mutfakta Berk'le karşılaştığımda bana kısa bir baş selamı vermişti ama ben onunla konuşmak istiyordum. Aldığım kararı uygulamadan önce onunla son bir kez konuşmak, aklımda ki soru işaretlerinden kurtulmak istiyordum.

"Berk," diye seslendiğimde gülümseyerek bana doğru döndü.

"Göksu?" dedi, bu saatte ne var der gibi. Onu az önce odasından ağlayarak çıkarken görmüştüm elbette.

"Biraz konuşabilir miyiz?" dedim kibar olduğunu umduğum bir ses tonuyla.

"Ne hakkında?" derken bakışları kuşkuluydu.

"Hiç," dedim sakince, söyleyeceklerimi önceden planlamamış gibi. "Yalnızca eski bir arkadaşa ihtiyacım var." Bunun onu ikna edeceğini biliyordum. Benim tanıdığım Berk'i ikna ederdi.

"Uykum var Göksu," dedi bir an önce yalnız kalmak ister gibi. Bense yıkılmıştım. Sahiden Berk'i tanımıyor muydum?

"Lütfen." Dedim gururumun son parçasını da hiçe sayarak.

İkinci bir kahveyi hazırladığında bunun tamam demek olduğunu biliyordum en azından. O kahveleri eline alıp ilerlerken bende peşinde yürümeye başladım. Kapıya geldiğinde bahçeye çıkacağımızı anlamıştım. Tek eliyle iki kupayı tutarken kapıyı açtı sonra bir şey unutmuş gibi aniden durdu.

"Şu montu al, Göksu. Hava soğuk." Derken benim montu almamı bekledi. Uzanıp ona da bir mont alacağım zaman beni durdurdu. "Biraz soğuğu hissetmek istiyorum."

Geçmişin GölgesiWhere stories live. Discover now