"1 Hafta Sonra"

112 6 7
                                    

Ya sizde oluyor mu bilmiyorum, bazen öyle bir uyanıyorum ki -özellikle yaz ayları- sanki yamyamlar beni gece boyunca o insanları pişirdikleri koca kazanlarda haşlıyor, sabaha karşı yatağa bırakıyordu. Öyle bir bunalmıştım ki resmen kıçımdan nefes alıyordum. Güneş henüz odama uğramamıştı. Bok vardı da pazar sabahı saat 6'da kalkmıştım. Ya Allah'ım hafta içi gözümü açamazken, şu kutsal hafta sonunda daha kargalar bokunu yemeden? Kendi kendime söylenirken aşağıdan birtakım sesler geliyordu. Bu saatte? Siyah şortum gece tepinmelerim sebebiyle olması gerekenden biraz daha aşağıdaydı. Zar zor ayağa kalktıktan sonra şortumu yukarı çekip birbirinin içine geçmiş kaslarımı açmak için ufak çaplı bir gerinme operasyonu gerçekleştirdim. Gözlerimi ovalarken aynı zamanda kapıya doğru yönelince ayağıma dünden kalma viski şişesi takıldı. Sendeledim fakat düşmedim. Viski demişken dün gece Sezgi'ye ilk kez viski içirmiştim. Öyle bir sarhoş oldu ki en son Burger King'den aldığımız tacı kafasına takmış, eline benim çoraplarımdan birini almış "laa bize heryeeer angaraa" diye bağırıyordu. Ona eşlik edeyim derken bende bir şişe devirmiştim. Annemler evde yoktu tabi, babam evde sıkıldığı için Sezgi'nin ailesiyle Sümerpark'a alışverişe gitmişlerdi. Odamı bok götürse de çok eğlenmiştik. Masamın üstü cips ve çerez çöpleriyle kaynıyordu, ama telefonumu bulmalıydım. Bu karmaşada hayatta bulamam deyip annemlerin yatak odasına yöneldim. Babamın telefonunu alıp kendimi aradım. Telefon odamda çalıyordu, tekrar odama girdim. Masamın altından geliyordu ses. Çöp kutusuna elimi atar atmaz her gün mutlaka içtiğim Sprite şişeleriyle karşılaştım. Biraz daha derinlere inince tir tir titreyen telefonumu buldum. Kafamda hala "uluus cebeciii çankayaa, gardaş deriiz kankayaa" sesleri çınlıyordu. Ben ki metal müzikle gönül bağı kurmuş birisi olarak dün gece resmen Ferman Toprak, Bülent Serttaş falan dinlemiştim. Telefonu yatağımın üzerine fırlattım. Parmak uçlarımda aşağı inerken birşey kafama geç de olsa dank etmişti. Annem yine neredeydi? İçimde, geçen olaylardan kalma bir şüpheyle aşağı inerken merdivenin bitmesine 6-7 basamak kala durdum.


Annem.

Koridordaki aynanın önüne geçmiş süsleniyordu. Onun sol arkasında kaldığım için beni göremiyordu fakat ben ufak bir eğilmeyle onu net bir şekilde görebiliyordum. Bu kadın sabahın altısında ne diye süsleniyordu? Tekstil desem pazar günleri çalışmıyor. Allah'ım bu evde ekşın hiç bitmeyecek mi? Kendi kendime kızıp söylenmeyi bıraktım. O kadar şık giyinmişti ki, 16 senelik hayatımda onu belki 3 ya da 4 kez böyle görmüştüm. Üzerinde siyah, şifon bir elbise vardı. Üst tarafı biraz transparandı. Aniden arkasını dönünce kendimi gizledim. Ayakkabılığa yönelip benden bile sakladığı siyah platform topuk ayakkabılarını giydi. Aynaya tekrar döndü ve dudaklarını birbirine bastırarak sürdüğü kırmızı rujunu iyice yedirdi. "N'apıyosun sen anne, n'apıyosun?" diye söylendi içimdeki Eylül. Madem öyle Hande Hanım, bakalım ne boklar yiyorsun, öğrenelim.


***


Annem evden çıkar çıkmaz siyah parmak arası terliklerimi giyip evden fırladım. Beni sabahın köründe böyle bir duruma düşürdüğün için seni affetmeyeceğim Hande Soysel. Elindeki kırmızı-beyaz çantasından telefonunu çıkardı ve duraksadı. Hemen bir binanın köşesin sindim. 5-10 saniye telefonla konuştuktan sonra ufak bir kahkaha attı. Telefonunu çantasına atıp yürümeye devam etti. Bende saklandığım yerden çıktım, o beş adım atarken ben bir adım atıyordum. Daha önce kimseyi takip etmemiştim. İlkinin annem olması fazlasıyla ironikti zaten, neyse. 200 m ilerde bir durak vardı. Sanırım oraya gidiyordu. Kafamdaki tüm ihtimalleri rafa kaldırıp sadece ne yaptığına yoğunlaşmaya çalıştım. Durağa varınca oturdu. Bende onun beni göremeyeceği bir yerden onu gözetlemeye devam ettim. 2-3 dakika sonra bir taksi geldi. Tabi ya, eve çağıramazdı taksiyi, bi' gören olurdu. "Zekice" diye söylendi içimdeki ses. Taksiye bindi, şimdi onu nasıl takip edebilirdim? Evde elektrikli bisiklet denen meretten vardı. Onu alana kadar gidebilirdi. Ama bir yere gitmiyordu. İçinde bekliyordu taksinin. "Yaparsın be!" dedi içimdeki ses. Çok çabuk gaza gelen bir insan olduğum için arkamı döndüm ve resmen depar attım. Hayatımda hiç bu kadar hızlı koştuğumu hatırlamıyorum. Evin garajının önündeki Scooter'a atladım. Şarjı tamdı. Derin bir nefes alıp durağa doğru sürmeye başladım. Taksi hala bekliyordu. Az önce saklandığım yere girip beklemeye başladım. 1-2 dakika sonra ilerden bir adam yürüyerek taksinin oraya doğru gelmeye başladı. Yakınlaştıkça daha da seçilebilir bir hal alıyordu. Ulan adam resmen karızmatikti. Kimdi bu? Niye annemin olduğu taksiye ilerliyordu? Yemin ederim içim içime sığmıyordu. Bir an önce ne olup bitiyor öğrenmek istiyordum. Adam taksiye tamamen yaklaştı ve sol kapısından içeri girdi. Taksi adamın içeri girmesiyle ilerledi. Taksi önde, ben arkada. Takip resmen başladı.


***


20 dakika süren ızdırap ve heyecan dolu yolculuğumuz, Denizli'nin hiç bilmediğim bir kafesinde son bulmuştu. Saat 7.10 falandı. Taksiden inerlerken bende Scooter'ımı sakladım. Bu saatte değil cafe nöbetçi eczane bile açık olmazdı be. Demek ki özellikle açık tutulan bir cafeydi. İçeri giremezdim beni görürlerdi ya da bir garson yanıma gelip pijamalarla burada ne aradığımı falan sorardı herhalde. Kafenin etrafını dolaşmaya başladım. Oturdukları masaya bakan bir pencere bulup oraya saklandım. İçeride sadece 1 kişi vardı. Özel olarak tutulsa gerek. Sabırsızlandıkça sinirleniyordum. Hislerim bana çok kötü şeyler olacağını söylüyordu. Derken garson gelip sipariş aldı. Burada içki satıldığına yemin edebilirim. Bar sandalyelerinin başka bir açıklaması olamazdı. Garson içeri giderken adam anneme bir şeyler söylemeye başladı. Annemin gözünün içine bakıyordu. Annemin elleri öndeydi. Adam hala bir şeyler anlatıyordu. Garson beş dakika sonra elinde 2 kadeh ve bir şişe kırmızı şarapla geri döndü. Adam küçük bir hareketle garsona teşekkür etti. Sonra annemin önünde duran kadehine yarısına kadar şarap doldurdu. Bunları izlerken içimdeki öfke sayılarla ifade edilemeyecek bir boyut alıyordu. Annem şarabını dudağına götürürken adam uzanıp annemin boşta kalan elini tuttu. KİM OLDUĞUNU BİLE BİLMEDİĞİM OROSPU ÇOCUĞUNUN BİRİ RESMEN ANNEMİN ELİNİ TUTTU.


Annemin elini çekmesini ya da tepki göstermesini bekledim fakat vermedi. En ufak bir hareket bile. Sadece o orospu çocuğuna gülümsedi.

Sadece.

Gülümsedi.


Yıllardan EylülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin