Mektup

186 14 9
                                    

Sadece otururken, gecelerce uyanık kalıp ona hazırladığım kutuya bakıyordum. İçinde, beceremememe rağmen çizdiğim bir tablo, bilinmeyen bir kadının mektubu, bolca not ve kendi yazdığım şiirler ve de bir adet bileklik vardı. Vermek hiç nasip olmadı, belki de hiç haketmemişti, bilmiyorum. Onu tanıdığım yaklaşık iki senelik sürecin ardından anladım ki, insanlar büyüdükçe çok değişebilirmiş. Şimdi gecenin 3'ü, ve eskiden bu saatlerde görüntülü konuştuğum o çocuğun şimdi fotoğrafına bakmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum. Çatı katı odamda, terlermiş gibi duvarından bir sürü sular akan o çirkin odamda, beni anlayan hiçkimse yok. Benim de elimden şarkı dinlemekten ve klasik tarz kitaplar okumaktan başka bir şey gelmiyor tabiki.  Elime ne kadar kitap alsamda kafamı dağıtamıyorum, ve beynim boş kaldıkça inatla sanki sırf durmadan bişeyler düşünebilmek için hakkında saatlerce kendi kendime konuşabileceğim bu konuyu hatırlatıyordu bana ve bende sonunda pes edip düşünüyorum, fakat hiç mantıklı bi açıklamaya ulaşamadım. Elde edememenin vermiş olduğu başarısızlık duygusu olabilir miydi bu acı sandığım şey? Birden bağlarımı kessem, belki de her şey düzelirdi. Tabiki ben hariç, ben düzeldim sandığım halde, başka bir erkeğe ilgi duyamayacak, başka hiçbir erkeği tutkuyla öpemeyecektim. Yine de en azından düzelmiş gibi gözükebilirdim. Ama insan her zaman gözüktüğü gibi midir? Hayat en başından beri ne hissettiğimizi içimizde bir sır gibi sakladığımız fakat ona ters hareketler yaparak perdeyi bitirmeye çalıştığımız bir tiyatro oyunu değil midir? Belki de, daha küçük oluğum içindir. 15 yaşında biri aşkı ne kadar ve nasıl bilebilir ki? Ah, en sinir olduğum cümleydi. İnsanlar aşkın yaşla değil olgunlukla ilgili bir şey olduğunu anlayamayacak asla sanırım. Evet belki yaşım küçüktü ama, hislerim fazlasıyla büyümüştü, günden güne büyümeye devam ediyordu, fakat  karşılık alamadan, asice büyümekten ve günden güne daha fazla acıtmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu. Ve ben bu koskoca yolculuğun ardından, aramızda ilişki sandığım o şeyi ancak buraya kadar getirebilmiştim. Aslında bir ilişki de değil, hiçbir şey değil, sadece onun en ufak hareketlerini bile kendi kendime yorumlayıp kendi kafama göre ilerlettiğim bir 'tanışlık'tan ibaretti. Muhayyellerimi onunla süsler, şiirlerimi, ona duyduğum yeis üzerine yazardım. Birkaç kere hislerimi açıklamak yolundan gitmiştim fakat bana cevap olarak, kendisini duygusuzlukla suçlamaktan başka bir şey vermemişti, bana sadece, 'bekle', derdi. Beklerdim bende, yazmasını, hatır bilmesini, hal sormasını ve özellikle de sevmesini. Fakat sevgi zamanlık bir şey değil. Zaman, sadece unutmaya çalışanların yanında duran, işinden bıkmış yaşlıca bir memur gibi ağırca işleyen bir kavramdır. Olduğu sürece muhakkak dilhuştum zaten, fakat yanımda olmuyordu, herkese vakti var, bir bana meşgul kesiliyordu. Bana gelince çıkıyordu işleri, bana gelince geliyordu misafirleri, akrabaları. Hiç diyemedim, 'Ey âftâb yüzlüm, senin istemediğin ben miyim, benim sevgim mi, bana bir cevab eyle, bak kurudum kaldım, daha fazla yürüyemem bu yolda.' Çünkü yalan söylemiş olurdum, ben o yolda ölüm uğruna bile yürürdüm. Bîmârdil bir halde bekledim bâmgâh vaktini. Zaman geçmek, güneş doğmak bilmiyordu. Biraz daha eski tarza sevdam olmasından sebeptir ki, şarkıları kaset veya plaktan dinlerdim. Şu hayattaki tek şansım da ailemden uzakta yaşıyor olmamdır büyük ithimal. Yanlış anlaşılmak istemem, kalabalık sevmiyorum, tek başıma, inzivada gibi sessiz bir hayat benim daha çok tarzım sanırım. Yine de bu ev benim için biraz fazla büyük ve bakımsızdı. Sırf kahverengi diye beğenmiştim bu evi, en sevdiğim, eskiyi ve suhufçuları hatırlatan, her görüşümde eski bir saife hissiyatı veren bir renktir kahverengi, her tonunu giyer, her tonunu barındırırım bir yerlerde. yaklaşık bir yıl önce yaşlıca bir teyzeden kiralamıştım, ev teyzeden de yaşlıydı, bunu anlamam biraz geç oldu ama yapacak bir şey yok. Şu an burayı terk etmeye cok câsir değilim. Çok kelam ettim, size butun hadiseyi baştan anlatacağım, som defa birilerine bunları anlatıp, sonra bambaşka bir hayata geçeceğim, onsuz, evet, bu benim ona son göndereceğim mektup olacak. O bunları okuyacak, kahrolacak fakat artık benim içimde olmayacak, en azından böyle umuyorum. -Arkadaşlarıyla bu mektupla ilgili dalga geçmekten başka hiçbir şey yapmayacak-, fakat, bu mektup benim bütün yarım kalmış hislerim ve yarım kalmış aşkımdır, yaklaşık bir aydır bu mektubu yazıyor, her seferinde utanıp yazdığım şeyleri yırtıyordum, fakat şimdi, şimdi her şey değişecek. Bu, ona son gönderdiğim mektup, ona ettiğim son söz, ona verdiğim son sevgi olacak. Ve o, tekrardan benim hakkımda hiçbir şey hissetmeyecek kadar duygusuz olduğunu öne sürerek, bana yarım karış bir cevap verecek. Neler hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Sadece gün içinde hiçbir şey yokken, gece kendime bile açıklamaya korktuğum sırlarım açığa çıkıyor ve ben bunu önleyemiyorum. Kimin umrunda ki? O şu an büyük ihtimal başka kızlarla takılıyor, inanmak istemiyorum, bu maşukluğa ve mecnunluğa; dayanamayarak, fakat kendi rızamla devam edeceğim. Bazen onu değil, onu sevmeyi sevdiğimi düşünüyorum, insan oğlu fazla karışık. Birden öylece düşünüp etrafa bakarken gözüm bir parça parşömen kağıdı ve bir de mürekkebe ilişti. Öylece dün yazdığım mektubun yanında duruyorlardı. İçimde biriken öfkenin arttığını hissederek çevik bir hareketle yine yazdığım mektubu yırttım, ne kadar doğruydu bilmiyorum ama arkada çalan şarkıların beni böyle şeyler yapmamda tetiklediğine eminim, fakat bu sefer başka bir cesaretliydim, başka bir deliydim, onu kaybetme korkusunun içimden bir dakikalığına silindiğini hissederek gittim o masanın yanına. Ve yazmaya başladım;

Dipnotlar:
Dilhuş: Gönlü Hoş
Âftâb: güneş ışığı
Bîmârdil: Gönlü daralmış
Bâmgâh: Seher vakti
Saife: Sayfa
Casir: Cesaret eden kişi
Maşuk: Aşık olan kişi
Mecnun: Deli, divane

BelirsizlikWhere stories live. Discover now