24. Bölüm

3.3K 337 57
                                    

Şöminenin yanına çektiğim masanın üstünde oturuyordum. Sağımda gürleyen ateş vardı, solum ise ıvır zıvırla doluydu. Elime aldığım önemli gibi görünen ama benim için hiçbir anlam ifade etmeyen kağıdın altında ıslak imza gördüm, ne olduğuna bile bakmadım ve şöminenin içine attım.

Kim bilir kaçıncıydı.

Halim yokmuş gibi elimi bacaklarımın üstüne koydum ve burnumu çektim. Gözyaşlarım bir saat önce durmuştu. King'in değer verdiğini düşündüğüm her şey yanımdaydı. Oturduğum masaya önemli önemsiz ne varsa sıralamıştım ama yakıp dursam bile içimdeki fırtına dinmiyordu. Sinirimi eşyalardan çıkarırdım ve sonunda kendimi yatıştırırdım ama ne yaparsam yapayım beş dakikada bir gözümden düşen bir damla yaşa engel olamıyordum.

Olivia peşimden gelmişti, benimle birlikte okumuştu ama yine aynı şeyleri söylemişti. "Bay King'in bir bildiği vardır..." Fakat içinden gelerek söylediğine inanmıyordum.

Okumadığım için kendimi suçluyordum çünkü okumuş olsaydım bunu asla imzalamazdım. Ama asıl suçladığım ise King'di. Başta benimle dalga geçmesini anlardım ama değiştiğini sanıyordum, ona sıcak davranıyordum ve lanet olası her saat benimle sevişmesine izin veriyordum. Söylemeliydi. Başta söylemeyi umursamasa bile şimdi söylemeliydi.

Kapı açılıp kapandığında dalgınlığımdan kurtuldum. Olivia'nın koridordan koştuğunu duydum. "Bay King," dedi hemen endişeli bir sesle.

"Laura nerede?"

"İçeride." dedi Olivia. King'in yürüdü, o da telaşla ekledi. "Ama Bay King..." daha Olivia cümlesini bitiremeden King kapıyı açtı.

Ona bakmadım. Beni masanın üstünde otururken bulduğunda içeri giremedi. Gözü gibi baktığı saatlerden birisini şöminenin içine attım ve alevleri izledim. King'in yüzünü göremesem bile ne halde olduğunu tahmin edebiliyordum. King kapıyı Olivia'nın suratına kapattı ve eldivenlerini çıkarıp koltukların üstüne attı.

"Ne yapıyorsun?" dedi sinirle.

Yine ona bakmadan yanıma uzandım. "Eşyalarını yakıyorum." dedim kutunun içinden çıkarıp. Şöminenin içine atmamı uzaktan izledi, kafayı yediğimi düşündü. Dergiler, yeni otelin sözleşmeleri, planları, koleksiyon olduğunu düşündüğüm birkaç şey... ve şimdi saatler. Sonra sıra tekrar aptal kağıtlara gelecekti.

"Laura!" diye bağırdığında diğer saati çıkardım. Kaldırıp baktığımda King hemen karşımda durdu, hareket etmedi. Rolex'ti, altın olmalıydı, içinde de gözle seçilemeyecek kadar küçük taşlar vardı. King'i böyle bir şey takarken hiç görmemiştim, fazla klasikti. Ateşe gözlerimi tekrar çevirdiğimde ve saati fırlatacağımda "Babamın." dedi.

Elim havada kaldı, atmaktan son anda vazgeçtim. Sakince yanıma koyduktan sonra diğer kutuyu aldım. King sabırla bir şey söylememi bekledi ama hala gözlerimi ona dokundurmamıştım. Saati çıkaramadan önce sinirle soludu ve hızla hareket etti. Bacaklarımın önüne gelmeden önce "Ne yaptığını sordum!" diye bir kere daha bağırdı. Yaktıklarıma bakmıyordu bile, neden bunu yaptığımı çözmeye çalışıyordu. Çenemin altından parmaklarıyla kavradıktan sonra yüzümü kaldırdı ve benimle göz göze geldi. Bakışları yüzümün her santiminde durmadan önce sinirden delirmiş ifadesini gördüm ama kıpkırmızı gözlerimi fark ettiği an o ifade uçup gitti. "Neden ağlıyorsun Laura?" dedi daha yumuşak bir sesle.

Saati elimden düşürdüm ve bacağımın altına sıkıştırdığım, buruş buruş olan kağıda uzandım. O elini çekmedi, ben de gözlerimi. Kağıdı kırıştırıp sıkarken yüzümüze doğru kaldırdım. King'in gözleri elimdeki kağıda dokundu. Ne olduğunu o an anladı ve çatık kaşları açıldı. Kağıdı tutan elim titredi.

OyunWhere stories live. Discover now