1. BÖLÜM

12.1K 654 15
                                    

***

Okulun ilk günlerinden nefret ediyordum. Gerçekten. Üniversite son sınıfa gelmiş olmama rağmen hala ilk günlere alışamamıştım. Üstelik okulda not ortalaması en yüksek öğrenci olmam da hiç yardımcı olmuyordu. Mesela, yanımda ne götüreceğimi bile bilmiyordum hala. Acaba defter götürmeli miyim?

Mütevazı salonumun en önemli unsuru olan devasa kütüphanemin önünde beklerken, en iyisinin sevdiğim bir romanı götürmek olduğuna karar verip, kitabı çantama attım. Hayatta en büyük kurtarıcım, kitaplarımdı. Asosyal kişiliğim yüzünden pek arkadaşım yoktu. Ama aslında binlerce kitap karakteriyle o kadar iyi anlaşıyordum ki arkadaşa ihtiyacım olmuyordu. Ailemin işi dolayısıyla hayatım hep yurtdışında geçtiği için neredeyse her yıl okul değiştiriyordum ve bu da arkadaşlık kurmamak için en büyük bahaneydi. Avrupa'nın neredeyse tüm ülkelerinde yaşamıştım. Babam üniversiteyi kendi ülkemde okumam gerektiğine karar verdiği zaman buna da itiraz etmemiştim. Nasılsa benim için her yer yabancıydı. Hayal dünyam dışında her yer yurtdışıydı...

Bunu dramatize etmek için söylemedim. Çünkü ideal hayatta herkesin mutlaka arkadaşı olması, sabit bir evi ve çevresi olması gerekir diye bir şey yoktur. Herkesin başarılı ve mutlu olma anlayışı farklıdır. Benimki de bu. Okula gidiyorum, ama gitmesem de olurdu. Çünkü benim için mutluluk ve başarı kendi kendime yaşayabileceğim küçük bir dünya. Bunun dışında gittiğim okul, yaptığım meslek veya çevremdeki insanların bir önemi yok. Tek önemli olan benim. Diğer insanlara zarar vermediğim sürece bunun hakkım olduğunu düşünüyorum. Neyse, en iyisi geç olmadan evden çıkmak.
***
Okula geldiğimde ilk işim ders programımı almak olmuştu. Saat bire kadar dersimin olmadığını öğrendiğimde vakit geçirmek için arka bahçedeki kantine yöneldim. Neredeyse bütün masalar boş olduğundan ortalık sessizdi, yani kitabımla baş başa kalmak için idealdi. En köşedeki masaya geçip kitabımı çıkardım.

Sayfalarını tek tek çevirdiğim kitapta neler olacağını tabiî ki de ezbere biliyordum. Ama sevdiğim bir kitabı her okuyuşumda aynı merakı duymak gibi bir özelliğim var. Çünkü belki de ben görmediğimde birisi sayfada yazanları değiştirmiş olabilir. Neden olmasın ki? Romanın en sıkıcı kısmını -yani şu saçma sapan ayrılıkların olduğu yer- okurken birden duraksadım. Bahçenin artık o kadar da sessiz olmadığını fark etmiştim. Başımı kaldırdığımda, kalabalık bir kız gurubunu uzun boylu, gerçekten uzun boylu, yani neredeyse iki metrelik bir boydan bahsediyorum, bir oğlanın etrafında çığlıklar atarken gördüm. Herkes elindeki telefonlarla fotoğraf çekiyor, bir yandan da Bay Uzun'la konuşmaya çalışıyorlardı. Neydi şimdi bu? Bu okulda ilk kez böyle bir şey görüyordum. Neden ona film yıldızıymış gibi muamele ettiklerini elindeki basketbol topunu gördüğümde anlamıştım. Muhtemelen basket takımının yıldız oyuncusu falan olmalıydı. Benim tabiî ki de bunlarla işim olmazdı. İnsanların sporu bir magazin aracı olarak kullanmaları ne kadar da saçma. Bay Uzun etrafa gülücükler saçarak elindeki topla şov yaparken kızların tiz çığlıkları ve alkışları daha da yükselmişti. Gürültüden rahatsız olup oturduğum yerden kalktım. Kahvem soğuduğu için kendime yenisini alarak kantinden uzaklaşmaya karar vermiştim.

Ama verdiğim kararı uygulayamadan, aldığım darbeyle kendimi yerde bulmam bir oldu. O kadar şiddetliydi ki kendime gelmem birkaç saniyemi almıştı. Ne olmuştu? Ancak bir göktaşı çarpması bu kadar sert olabilirdi. Elimi başıma koyup gözlerimi araladığımda etrafımı çevreleyen insanları görüp dudağımı ısırdım. İşte şimdi gerçekten rezil olmuştum. Ama rezil olan sadece ben değildim!

Benimle birlikte yere düşen kahvem ve kitabımı ayaklarımın dibinde mahvolmuş halde gördüğümde az kalsın bayılıyordum! Bu bir insanın başına gelebilecek en korkunç şeydi! En sevdiğim kitaplardan birini kahvemle bütünleşmiş halde yerde görmüştüm, artık kafamdaki sarsıntıyı bile umursamıyordum. Muhtemelen birkaç milyar beyin hücrem darbenin etkisiyle yok olmuştu ama önemli değildi. Nasılsa onlardan bende çok vardı. Ama kitabım önemliydi. Gözlerim dolduğu sırada elimden birinin tuttuğunu hissettim.

"Kusura bakma, seni görmedim." Diyen, elimdeki elin sahibi az önce kafama gök taşı fırlatan meteordu... yani uzundu... uzun olan çocuk... adam... yani topta olabilirdi. Ya da ben tamamen saçmalıyordum! Sanırım, sandığımdan daha fazla beyin hücremi kaybettim. Allah'ım daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim!

Bay Uzun beni yerden kaldırdığında, tüm dikkatler üzerimizdeydi. Ama beyin sarsıntım tamamen geçtiğinde benim dikkat ettiğim tek şey basket şehidi olan kitabımdı! Ayık kafayla kitabıma baktığımda tüm sinir hücrelerimin alev aldığını hissettim. Ne demişti o az önce? 'Seni görmedim' mi dedi!

"Seni kahrolası ukala! Görmemişmiş! Şu kitabımın haline bak! Burası istediğin gibi at koşturabileceğin bir yer değil tamam mı? Elinde basket topuyla kızlara hava atacaksan üniversite kantinine değil sahaya gitmelisin! Seni..."

Daha fazla konuşabilirdim. Sabaha kadar ona bir sürü hakaret edebilirdim ama herkes bana öyle bir şokla bakıyordu ki gören de başbakana hakaret ettiğimi falan sanırdı. Bay Uzun, tek kaşını kaldırmış Çince konuşuyormuşum gibi dinliyordu beni. Acaba gerçekten Çince mi konuşmuştum? Bildiğim sekiz dilin arasında Çince yoktu ama geçirdiğim beyin sarsıntısında öğrenmiş olabilirdim. Birden sustuğumda utancımdan yüzümün kızarmaya başladığını hissettim. Yeterince rezil olmuştum. Elim hala Bay Uzun'un uzun parmakları arasında duruyordu. Bileğimi sertçe çekip kalabalığı yararak oradan uzaklaştım. Arkamdan bakan onlarca göze rağmen, arkama bile bakmadan okul binasına girmiştim.

Lanet olası, pislik herif! Beni ne hale sokmuştu. Sinirden ve utançtan kıpkırmızı olan yüzümü yıkayıp kütüphaneye kaçmıştım. Hiç kimseyi görmek istemiyordum. Özellikle de kaslı, yakışıklı, uzun boylu olanları. Yakışıklı mı? Allah'ım sanırım kafayı yiyorum. Neden aptal bir basketbolcu çocuğu yakışıklı buluyorum ki? Üstelik beni rezil etmişken! Buradan insanları umursadığım falan anlaşılmasın lütfen. Tek derdim, küçük sessiz dünyama müdahale edilmiş olması.

Ders saati gelene kadar kütüphanenin bir köşesinde uyukladıktan sonra olanları unutup derse girmiştim. Ama sadece unuttuğumu sandığımı fark ettim, çünkü ders boyu Bay Uzun'un bakışları aklımdan çıkmamıştı. Bana neden o kadar şaşkın ve inanamayan gözlerle baktığını, elim elindeyken neden aklımın karıştığını anlamıyordum. Düşünce denizimde çıkan fırtınada hayatta kalmaya çalışırken hocanın sınıftan çıktığını bile fark etmemiştim.

Sınıf boşalmaya başladığında denizden çıkıp düşünmeyi bıraktım. Nasıl olsa bir daha görmeyecektim onu. Bölümünün ne olduğunu bilmiyordum ama o vücutla gelip de fizik bölümü okuyacak hali yoktu. Gerçi fiziğinin harika olduğu su götürmez bir gerçekti ama... Kesin Beden Eğitimi Öğretmenliği falan okuyor olmalıydı, ya da onun gibi bir şey. Aman neyse ne! Beni ilgilendirmediği ortada.

Bundan sonra okulun ortak kantinine gitmezsem otopark dışında onu görebileceğim herhangi bir yer olmayacak nasılsa...

***bölüm sonu***

Merhaba! İlk bölüm çok kısa biliyorum ama konuyu bölmesi biraz sıkıntı oldu. Bir de Çarşamba yayınlayacağım demiştim ama hem kendime hem size bi güzellik yapayım istedim. :)
İkinci bölüm haftaya salı günü. Yine beklerim. :)
Beğeni ve yorumlarınızı eksik etmezseniz sevinirim. Sürçü lisan ettiysem affola. ^^

MUCİZEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin