3. Yadigar: Kandaki Hüküm

Começar do início
                                    

Soruyu soran Gwen'e döndüm. O üzerine ikinci bir deri gibi kusursuzca dikilmiş yeşil elbisesinin üstüne korse falan giymemişti, bana da muhtemelen kendi kendime saçmalarken bu elbiselerle korselere ne kadar özendiğimi söylediğim için getirmişti. Başımı salladım onaylayarak.

"Evet, sanırım artık yeterince uygun ve usturupluyum."

Annem ve Rhiannon -pardon Kraliçe Rhiannon benimle daha uygun bir vaziyette olduğum zaman görüşecek, ciddi bir konuşma yapacaklardı. Şey odasında... Camdan odada... Şey... Devasa kapılardan çıkmadan önce sordum.

"Nerede buluşacaktık? Tekrar söyleyebilir misin?"

"Aneir'in camdan salonunda." dedi Gwen önden giderken. Ben bilerek arkada kalmıştım, bulunduğum yerin Rhiannon'un Altın Kalesi olduğu söylenmişti. Albion Sarayı... Ferah altın işlemeli taştan koridorların rengi bana şampanyayı anımsatmıştı. Duvarlara asılmış resmedilmiş objeler ve insanları inceledim.

Pardon, insanları değil... Rasları.

Derin bir nefes aldım. Çok derin bir uykuda tatlı bir rüya görüyordum, muhtemelen en son kitap okurken odamda sızmıştım. Bu yüzden uyanana kadar renkli hayal gücümün tadını çıkaracaktım. Mesela dillerini anlamam aynı lisansa olmamız ilk başta bana tuhaf gelmiş olsa da annem aslında burada ruhların dilinin konuşulduğunu, bu evrene geçtiğim an Tanrıları olan Kader'in benim dilimi buraya bağladığını söylemişti. Burada özellikli bir lisan değil Kader'in dili vardı ve var olan her ruhun temelinde o kelimeler yatardı. Sadece bunu konuşana kadar bilmiyor olurdun.

Kafam almıyor gibi hissetmiş olsam da bunların hepsinden uyanınca sıyrılacağım için çok sorgulamamıştım. Rüyamın tadını çıkarmaya devam ederek bilinçaltımı keşfetmeye karar vermiştim.

"Aneir kim?" diye sordum Gwen'e yetişmek için biraz adımlarımı hızlandırarak. Topuklarım ayna işlevi görecek kadar temiz zeminde tatlı tatlı tıkırdadığında sese kıkırdamayı da ihmal etmemiştim. Elbisenin etekleri ayaklarıma dolanmasın diye penguen gibi yürüyordum resmen. Gwen benim durumuma kısa bir güldükten sonra yardımcı olmak adına koluma girdi.

"Annemin yadigarı." diye kısaca açıkladı. "Geldiğin yerde sihir ve büyü yokmuş sanırım. Yadigarları bize özel büyülü nesneler olarak düşünebilirsin. Her Ras'ın bir Yadigar'ı vardır. Annemin Aneir'i, Gezgin Alisana'nın Clio'su gibi düşün."

Yani daha fazla ruh ve öğrenmem gereken şey vardı.

Gwen sağ olsun kafam çok daha fazla karışmasın diye son bir saatte bana soy ağacı çıkarmıştı. En azından kimin kim olduğunu bilirsem yardım isteme konusunda bir seçim olurdu. Annem Alisana ve yeni tanıştığım teyzem Sherana ikizlerdi, onların bir de vefat etmiş ağabeyleri Artos vardı ki ondan pek bahsedilmiyordu. Sherana'nın üç çocuğu vardı: Levian, Beira ve Gwendoline. Levi ben gözümü açar açmaz benim deard bağı içinde doğduğumu sorgulayan koca yürekli çocuktu. Başımda bekleyen oldukça sessiz diğer iki kişiyi sorduğumda Gwen suratını buruşturarak birinin Artos'un deli kızı Elaena olduğunu diğerinin ise Elaena'nın gereğinden fazla öfkeli erkek kardeşi Ellary olduğunu söylemişti.

Hepsini kavrayabilmek ve olası bir durumda şekilde karıştırmamak için Gwen'e üç kez anlattırmıştım.

Diğer kapılara göre daha geniş olan kapkara bir kapının önünde durduk, kapının üzerine dokuz tane güneş ve güneşin adeta kanarcasına bir şekilde bağlandığı üç tane siluet işlenmişti. Üçünün başındaki farklı taca ve kollarına dolanan sarmaşıklara baktım. Birincinin gözleri safirlerden, diğerinin altından ve en son kalanınki ise yakutlardan oluşuyordu.

"Miwa, kapıyı açabilirsin." diye seslendi boşluğa Gwen. Bir de şu Miwa vardı. Albion Sarayı'nın ruhu, Beira'nın yadigarı olan Miwa anladığım kadarıyla her şeyi yapıyor herkesin işine koşuyordu. Tıpkı şu an önümde büyük bir gürültüyle açılan kapılar gibi...

RHOSİNOnde as histórias ganham vida. Descobre agora