Bölüm 2

115 27 8
                                    

Umut'un vücudunu birden bir coşku aldı. Oyuncağa karşılıksız sahip olacağını sandı. Acele adımlarla tezgâha doğru gitti. Tezgâhın üstündeki renk renk, küçüklü büyüklü misketlerin doldurduğu kavanozları, plastik fırfırları, topaçları, yoyoları gözleri görmedi bile. Ateş kırmızısı uzaktan kumandalı yarış arabasını aradı. Ama her zaman ki yerinde yoktu. Daha dün oradaydı oysa. Yarım adımlarla ağır ağır gelen adamın yetişmesini bekledi korku dolu gözlerle. Sağ elinin işaret parmağını, dün arabanın olduğu yeri göstererek iyice camekâna bastırdı. Camdaki parmak izleri de büyük ihtimalle kendininkilerdi. Telaşlı bir ses tonuyla:

-Daha dün buradaydı, sattın mı yoksa?

-Hangisi? Kırmızı olan mı?

-Evet ya! Çalışırken ışıkları yanıp sönen oyuncak araba. Hani şu uzaktan oynatabildiğin.

İhtiyar gevrek gevrek güldü. Gülüşleri boyuna nazaran çok daha derinden geliyordu. Boğazına tükürük dolunca gülüşün yerini ıslak öksürükler aldı. Onlar da derindendi. Beyaz sakalına karışık sararmış bıyıkları belli ki sigaradandı. Zorlukla nefes alıyor, göğsü hırlıyordu. Siyah; ama eskidiğinden ağarmış şalvarından bez bir mendil çıkardı. Sanki mendili yıkayıp yıkayıp değil de kurutup kurutup kullanıyordu bu yaşlı adam. Temiz bir kat aradı. Ağzında ne var ne yok arkasını dönme gereği duymadan mendile aldı. Rahatlayınca katlanabilen bez iskemleye oturdu. Torbalardan iyice küçülmüş aralıktaki gözleriyle, çocuğun yuvarlak hatlı yüzüne bakması için başını epeyce kaldırması gerekti.

-Çok mu beğendin bakayım. Dışardan yeni geldi. Korkma hemen. Bak öndeki vitrine koydum. Babana söyle de alsın. Ha elini çabuk tut! Her gün birileri soruyor. Sonra bir başkasını alamazsın. Bu tek.   

- Anladım.

Bu arabayı karşılıksız alamayacağımı anladım diye mırıldandı. Dişlerini sıkarak kararlı bir ses tonuyla:

-Yarın sabah alacağım. Babamın sözü var. Kimseye satma sakın! Hayırlı işler.   

Loş ışıklı oyuncakçıdan ayrılırken Umut'u önce güneş karşıladı. Öğle saati değdiği yeri yakıyordu. Gölgeler içinden ayrılmış sarı saçlarının parıltısı pastaneden kendisini izleyen babasına kadar vurmuştu. Güle oynaya geçtiği karşıya bu sefer aklını kurcalayan düşüncelerle geçiyordu. Ama babasının elindeki peçeteye sarılmış tatlıyı görünce o düşüncelerden geriye sadece şeker kıtırı kalmıştı.

- Gidelim artık yavaş yavaş yiğidim. Ustan merak etmesin. 

Tatlı diliminden kıtırdama sesleriyle dişleyerek çektiği bir lokmayı, ağzında eriyene kadar dolandırırken elinde kalan gerisinin güneş renginde olduğunu keşfetti. Ağır şeker tadı sıcak günün mahmurluğunu artıracağı kesindi; ama ne olacak? Bir yudum suya bakardı. Babasıyla birlikte çalıştığı sayacı dükkânına doğru yola koyuldular. Dönüşte esnaftan bazıları şişelerdeki suyu tozlu sokakların üstüne serpiştiriyor, bazıları ise hortumla dükkân önündeki tozu kiri duvar dibindeki su arklarına doğru uğurluyordu. Babası bir an duraksadı, sanki ayaklarına söz geçirememişti.

-Ah gençlik ah.

Öteki berikini umursamadan nidayı uzattıkça uzattı. H'yi nefesi yettiğince çekti. İyice şeklini yitirmiş, bollaşmış gömlek cebinden, sarkan bir çakmak ile bir Maltepe paketi çıkardı. Bu eski sokağın en eski kesme taştan evinin önünden, ne zaman geçseler bu nağraya alışıktı Umut. Yaktığı sigaradan yanakları iyice çökene kadar derin bir nefes aldı. Kirli sakalı yüzünün zayıflığını örtüyordu. Babası neden içlenir, içini çeker anlayamasa da besbelli anıları, kırk yaşının puslu hafızasında bile peşini bırakmıyordu. Sorsan kederinden tellendirirdi sigarasını ama Umut'a göre sigaradandı tüm kederleri. Bu genç yaşta günde iki paketten hangi hastalık çıkabilirse çıkmıştı dağ gibi babasına. Birlikte gülüp oynarken bir gün, dağ gibi babası iki büklüm önüne düşmemiş miydi? Annesiyle birlikte yoldan çevirdikleri taksici, evlerinin direğini omuzlayıp zor yetiştirmiştiler hastaneye. Doktor midesi delinmiş demiş, sigarayı yasaklamıştı; ama umursayan kimdi?  

Kırmızı ArabaWhere stories live. Discover now