GİRİŞ

39 7 0
                                    

1930/İtalya

Tam olarak sekiz yıl yirmi altı gün geçti. Saniyesi saniyesine saydığım şu vakitlerin değerini yine başında bittiğim çeşmede anlıyordum. Carrara mermerinin üzerine gelinliğimi toparlayarak bir köşesine oturuverdim. Islaktı, yorgundu su. Islanan gelinliğime yılların pası sindi oracıkta.

Ağır bir çöküntü vardı bugün yeryüzünde, ağırlığını ise benim omuzlarıma vermiş gibiydi sanki.

Uzun uzun toprak rengi binaların tam ortasında kalan meydanda, titrek ellerimi kollarıma sararak etrafıma göz gezdirdim kendimce. Camlarda bana bakan insanlar var mı diye kontrol ediyordum açıkçası fakat her camın perdesi çekiliydi. Heykellerle yontulmuş sokak kapılarından ise tek bir kişi çıkmıyordu.

Ben ne zaman buraya gelsem, gökte bir kuş bile uçmaz oluyordu. Hepsi gitmişti, hepsi onunla gitmişti...

Yüzüme çarpan Roma'nın Aralık ayı rüzgarları, saçlarımı arkamda bana bakmakta olan öfkeli heykellere savuruyordu. Küfrediyorlardı sanki bana, git artık buradan diyorlardı fakat taştan yapılmış dudaklarını oynatamıyorlardı. Arkalarındaki büyük yapıya sabitlenmişler, benim kollarımdan tutup kaldırmak için yanıma bile gelemiyorlardı.

Özür diler gibi baktım onlara çünkü onları rahat bırakmayan tek kişi bendim. Bu kocaman çeşmenin tek ziyaretçisi, göz yaşlarıyla bu koca havuzu dolduran bendim. Beni istemiyorlardı çünkü gelirken yanımda aşk değil, umut değil, heves değil...hayal kırıklığı getiriyordum efendim, koca bir hayal kırıklığı.

Kesemdeki üç beş bozukluğumun adı acıydı. Onları suya attığımda diğer aşıkları kaçırıyorlardı.

Yine yaptım işte...kadife keseye attım elimi ve son bozukluğumu göz hizama getirerek incelemeye koyuldum. İçindeki acı dışına vurmuştu demir paranın, paslanmıştı, eskimişti, kararmıştı. Üzerindeki yazılar neredeyse okunmayacak durumdaydı.

Alayla burun kıvırıp öfkeli bir nefes bıraktım.

"Senin verdiğin söz böyle olur işte!"

Islanan gözlerime aldırış etmedim fakat görüş açımı bulanıklaştırıyorlardı, elimdeki parayı artık net göremiyordum. Sonra onu avucumun içinde sıkarak kendi canımı yakmama izin vermiştim. Ardından gözlerim artık ıslanmak yerine ağlamayı tercih etti. Benim gibi aciz bir kulun seçeceği en mantıklı şeydi.

Boşta kalan elimle dudaklarımı kapattım. Hıçkırıklarım duyulsun, bana öfkeleri artsın, aşıklar şehri Roma karanlığa bürünmesin diye çok çabaladım. Hep içime ağladım, hep sakladım, hep gizli yaşadım...

Sözümü tutmaya çalıştım Salvatore, istediğin her şeyi yaptım.

Ama neredesin?

Bekledim sevgilim, yalnız seni istedim.

Beyaz bir güvercin sahiplendim, istediğin gibi...

Söz verdiğim romanı bile yazdım Salvatore. Her ay sokağımdan bir postacının geçmesini bekledim, bunun için güneş doğmadan sokak kapısının önünde, kaldırımın üzerinde elimdeki kitabımla sana yazdığım mektuplara karşılık almayı diledim.

Ben her ay o postacının bana bir mektup vermesini istedim.

Birçok kez önünü kestim, ayaklarına kapandım. Kirlenmesini hiç istemeyeceğin elbiselerim çamur içinde kaldı Salvator. Yalvardım, 'karşılık vermesi lazım beyefendi, yaşıyor...biliyorum ama neden, neden?' Benim her cümlem böyle yarım yamalaktı ve hep soruyla son buldu.

Komşular mesela, benim bu hâlimi görünce acıyorlardı bana. Arkamdan ağlayarak beni çekiştiren anneme beni başka birisiyle evlendirmesini, eğer evlenirsem seni unutacağımı söylüyorlardı.

Seni unutabilmem için kalbimi ya da beynimi çıkartmaları yetmezdi, ruhumu almaları gerekirdi Salvator.

Titredim, titrek bir nefes verdim.

Yumruk yaptığım iki elimi mermere dayayarak yavaşça -daha doğrusu güçsüzce- ayağa kalktım. Elimdeki bozukluğa tekrar baktığımda kara bulutlarla donanmış gökyüzünden birkaç damla düştü yeryüzüne.

Ardından sağımdan esen şiddetli bir rüzgar. Sevgilimin sevmeye doyamadığı kahverengi saçlarım yüzümü örtüyor, bembeyaz gelinliğim ise uçuşarak çıplak bacaklarımı üşütüyordu.

Paraya ufak bir öpücük kondurdum ve göğsümün üzerine bastırdım.

"Sekiz yıl bekledim sevgilim, yine bekleyeceğim. Lakin bu bana verdiğin son paraydı. Senin için dilek tutmamı istediğin, her ay buraya gelip bir bozukluğu suyla buluşturmamı istediğin son demir para bu Salvator. Tüm para bittiğinde geleceğine söz verdiğin an işte. Son para, sonsuz acı."

Ardından tekrar ağlamaklı bir ses tonuyla ekledim. Kelimeler yırtıyordu boğazımı, acı çekiyorum sevgilim, dayanamıyorum. Göz yaşlarıma her gün yenisi ekleniyor, bana aldığın gelinliği hiçbir anlamı olmadan giyinmenin verdiği acıyı hissedebiliyor musun?

Senin kalbin benim kalbimin hâlâ attığını hissedebiliyor mu?

"Umarım bu ayrı kaldığımız son sene olur sevgilim çünkü ben kalan son canımı senin kollarında vermeyi hedefledim..."

Ardından, arkama bakmadan sol elimle sol omuzumun üzerinden parayı suya bıraktım.

Paranın ıslandığı sesi duyduğumda kalbime inen acınası rahatlık, ölümün farklı bir tanımı olabilirdi..

Gözlerimi kapattım, başımı gökyüzüne kaldırarak yüzümü okşayan yağmur tanelerini hissettim.

Senin dokunuşun kadar yumuşak ama kalbin kadar soğuk yağmur tanelerini...

LAVİNİA Where stories live. Discover now