1: Ben İklim

8 1 0
                                    

Penceren sızan güneş, içeriyi hafiften ısıtmaya başlasa da henüz ıssızdı etraf. Perdeler açılmış, yorgan aşağıya inmiş, yastık yere fırlatılmıştı. Yine bir sabah, yine bir gün, yine bir curcuna...

Dayımın yaptığı her zamanki gibi hiç hoş değildi. Odama girip dağıtmadık şey bırakmamış ve sonra hiçbir şey olmamış gibi bangır bangır müzik açıp kahvaltı hazırlamaya gitmişti. Odama sızan o güneş tam yüzüme çarparken ben kalkmaya öyle üşeniyordum ki...

Ah, tabii ya... Ben İklim, İklim Aydın. 18 yaşına girmesine ramak kalmış ama yaşıtları gibi bir üniversite kazanamamış olan İklim... Zaten geç kalmış da sayılmam değil mi? Sonuçta bir yıl erken yazılmıştım zaten. Ama yine de üniversite kazansam fena olmazdı hani. Gerçi bu benim isteğimdi. Bir yıl daha çalışıp hazırlanmak. Açıkçası ne olmak istediğimden emin değilim. Meslek seçmek kolay mıdır yoksa zor mu bilmem ama ben ne olursan mutlu olurum, onu hiç bilemiyorum.

Bir keresinde dayım bana şöyle demişti: "İçine sinmeyen hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin. İstediğin kadar benimle bu evde kalabilirsin." Dayım her zaman benim hayata tutunma kaynağımdır zaten.

Buraya tam dört yıl önce, liseyi kazandığımda gelmiştim. O zaman kadar Giresun'da, annem ve babamın yanındaydım. Dayım inşaat mühendisi idi ve İstanbul'da yaşıyordu. Buraya gelmem için aklıma girdi ve galip geldi. Onun yanına gelmiştim. Açıkçası pişman da değilim hani. Yine olsa yine yaparım. Dayıdan öte abi o bana.

Burası İstanbul. İstanbul Kadıköy, Ayışığı Mahallesi ve Yıldız Sokak... Oturduğumuz apartman Sakinler Apartmanı, No:14 ve daire 12. Üç katlı bir binanın üçüncü katındayız. Dayım İstanbul'a geldiğinden beri, yani yaklaşık 10 yıldır burada yaşıyor. Ben de dört yıldır buradayım. Daha da buralarda kalırım sanmıştım.
Yanılmışım...

Yaz tatillerinde Giresun'a döneriz dayımla. O daha kısa kalır memlekette. Ben tüm yazı orada geçiririm. Severim yeşili, doğayı, yağmuru, çayı, fındığı... Huzur verir bana. Aslında oranın havası bile bir hoş eder içimi...

Neyse...

Yeter bu kadar değil mi?

Günümüze dönelim.

Yeni okul yılı başlayalı iki hafta olmuştu. Bugün pazar, dayımın izin günü. İsteksizce ve hatta biraz zorunluluktan o yataktan kalkıp lavaboya gittim. Kendime gelmek için yüzüme su çarptıktan sonra saçımı bile düzeltmeden ensemde uyduruk bir at kuyruğu yaparak mutfağa gittim. Büyük bir evdi burası. Küçük olsa sadece dayıma yetmezdi zaten.

Bazen beni yanında istemesinin nedeninin arkasını toplamam olduğunu düşünüyorum. Çünkü dayım dünyanın en dağınık insanı olabilir. Öyle ki gardrobundan tencere, mutfak çekmecesinden çorap çıkabilir. Benim de bu bakıma ona benzediğimi söylerler aslında. Dayı yeğen rahatlık abidesiyiz. Bunda biraz ikimizin beraber büyümesinin de payı vardır muhtemelen. Aramızda 14 yaş var. Giresun'dayken benimle hep ilgilenirdi.

Tamam tamam! Hadi devam edelim. Ensemi rahatsız eden saçlarımı tepede koca bir topuz yaparken mutfağa girmiştim. İbrahim Tatlıses açmış omlet yapıyordu bizimki...

"Dayı, şunun sesini kıs. Bak şimdi komşular kapıya dayanacak." dedim yüksek sesle. Hışımla ses bombasını kapatıp bana döndü.

"Bir pazarımız var, onda da rahat yok! Ben İbrahim abimi dinlemek istiyorum ya..."

Onun bu haline sırıtmakla yetindim. Onunla olduğum için o kadar mutluyum ki... Her şeye rağmen dayım bana verilen en değerli şey.

Sonra kahvaltı masasına oturduk ve harika bir kahvaltı yaptık. Güne güzel başlamış gibiydik. Kahvaltı faslı bitince ben odama çıktım. İçimde garip bir hüzün vardı. Buruk bir mutluluk ya da ayrılık acısı gibi sanki...

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Aug 09, 2023 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Bahçesi Büyük Ev Where stories live. Discover now