🎭 5 TANRIÇA HERA

Start from the beginning
                                    

Nişanı terk etmiştim. Hem de alelacele, kimseyi umursamadan terk etmiştim. Şu kim olduklarını hâlâ daha bilmediğim, amaçları meşhur aileleri çökertmek olan babamın da içlerinde bulunduğu adamların ne diyeceğini umursamamıştım. Hatta öyle insanlar vardı ki bugün gördüklerim arasında, onların da çok sevdikleri fakat ne yazık ki genç yaşta kaybettikleri o kızı sanki yeniden görmüş gibi davranmaları da umursadığım bir olay olmamıştı. Bu umursamazlıktı aslında bana orayı terk ettiren. Nereye gittiğimi umursamadan kaçmıştım. Önce koşmuştum. Tabii sonrasında bu kadar koşmaya ciğerlerim isyan bayrağını çıkarınca ben de yürümeyi tercih etmiştim.

Böyle ıssız olan parkta başıma her türlü iş gelebilirdi. Bunu biliyordum. Lakin ben zaten belanın en büyüğünü üzerime çekmiştim. Bugün, parkta ölmem bile bugünden sonra yaşayacaklarım yanında bir hiçti. Tahmini olarak nişan töreninden çıkalı bir saatten fazla olmuştu. Telefonum yanımdaydı ancak kimsenin bana ulaşmasını istemediğim için kapatmıştım. Şu an saat kaçtı, gecenin hangi yarısındaydık habersizdim.

Issız parkta bir tek ben ve hemen arkamda duran "ben Dünya'nın en pahalı arabalarından biriyim" diye bas bas bağıran, yüz yılda çalışsam kendisinden alamayacağımı bildiğim için markasını öğrenme gereği duymadığım siyah spor araba duruyordu. O arabanın içinde kimin olduğu hakkında fikir yürütmekte çok zor değildi.

Arkamdan gelen adım sesleri kulaklarıma ulaşmıştı. Soğuk ve keskin rüzgar bu gece ikinci kez bana onun kokusunu getirmişti. Oydu. Bundan sonra arkamda hep onun varlığını hissedecekmişim gibi geliyordu. Adım sesleri tam arkamda durmuştu. Önce biraz oyalanmıştı. Orada tam olarak ne yaptığını kestiremediğim için bunun hakkında bir fikir yürütemeyebilirdim. Bir anda açıktaki omuzlarımın üstü örtülmüştü. Omuzlarımın üstü bir ceket ile örtülmüştü. Omuzlarımın üstü onun ceketi ile örtülmüştü. Birden bire...

Yine harekete geçmişti. Gidecek sanmıştım ama gitmemişti. Salıncağı yere sabitleyen dört tane uzun ve kalın direklerden sağ tarafımda olanın yanına gittiğini görmüştüm. Gözlerinin odağında ben vardım. Direğe yaslanmıştı. Ellerini pantolonun cebine koymuştu. Ne o konuşuyordu ne de benim konuşasım vardı. Öylece seyretmiştik birbirimizi. Kim olduğumuzu bilmeden, tanıyormuşcasına seyre daldık birbirimizin gözlerinde kendimizi.

Geceden ve ortamdaki ışığın azlığından mıdır? Bilinmez ama nişanda üzerimden hiç çekmediği o yeşil gözleri burada en az gece kadar siyahtı. Gece kadar karanlıktı. Yüzünde tek bir mimik oynamıyordu. Sertti. Düşüncelerini karşısındakinin anlaması mümkün değildi. Bana boşluğa bakar gibi bakıyordu. Şu durumda bakıyor olması bile sevindirici bir haberdi. Şayet onun her önüne gelene baktığını sanmıyordum.

Ne olacak bizim seninle bu uzun uzun bakışmalarımız. Ya alışırsak biz bu bakışmalara. Söylesene, haksızlık olmaz mı? Toprağa emanet ettiklerimize. Sanırım artık konuşma zamanı gelmişti. Sen konuşmayacaksın belli orası. Hoş, konuşan ben olacaksam eğer, hangi kelimeleri sana karşı kullanmalıydım? Yahut herhangi bir kelimeyi karşımda sen varken sorunsuz şekilde kullanabilecek miydim? Bak, orası da ayrı bir muamma.

"Neden geldiniz?" Şimdilik bu kadarı bile yeterli uzunlukta cümleydi benim için. Sorumu duymuştu. Bunu soracağımı tahmin eder gibi hâli vardı zaten. Hâlâ çok kettumsun be adam. İnsanın yüzünde tek mimik oynamaz mı? Alo benim ben. Senin sevdiğin, aşık olduğun ama yıllar önce yitirdiğin sevgilinin tıpatıp aynısıyım nerdeyse. Bunun hatrına bir iki hareket yap bari. Karşımda robot gibi durmasana.

Olur da hayatınızı sevdiğiniz kadına benzeyen şu mülayim şahsiyet ile geçirmek isterseniz, o zaman siz bayım, siz robot adam, benim sonum olacaksınız.
"Üşüteceksin, gidelim artık buradan."

KÜLDEN ELBİSEM Where stories live. Discover now