19. Bölüm | Bir Baba Kızıyla Sevgilisini Yakalayınca Kan Çıkar Mı?

Start from the beginning
                                    

      Birkaç saniye hareketsiz kaldım kollarının arasında. Dediklerinin hepsi doğruydu. Aptal gibi sadece en can alıcı noktasına odaklamıştım kendimi. Sabah sabah kendime küçük bir cehennem yaratmış ve sessizce yanmıştım alevlerin arasında da beni oradan çıkaracak halat burnumun ucundayken bir kez dönüp de bakmamıştım. Ellerimi ellerinin üzerine koydum ve hafifçe sıktım.

      "Özür dilerim..." diye mırıldandı Deniz.

      "Her zamanki salak Umay'ım ben, neden özür diliyorsun ki?" dedim.

      "Hayır, sen sadece minik bir kız çocuğusun. Bakma böyle durduğuma, Amerikan tıraşlı zamanlarımdan kurtulabilmiş değilim bende. Bizim olgunlaşabilmemiz için birbirimize ihtiyacımız var sevdam. İhtiyacımız olan tek şey el ele, birlikte büyümek..."

      Kollarını üzerimden çekip ona döndüm ve sımsıkı sarıldım. Bir söz, bir dokunuş nasıl da eritiyordu aramızdaki buzları böyle. Ve ben bu adama aşıktım... Ömrümün her dakikasını bir gülüşü için harcayacak kadar...

      Salona geçtikten sonra Deniz, abisiyle olan biten her şeyi anlattı bana. Küçük bir çocuk olmasına rağmen bir sürü şey yaşamıştı ve o adamın yaptıklarını insan insana değil, sokaktaki bir hayvana dahi yapmazdı. Sessizce onu dinleyip, sarılıp, ellerini tuttum ve bitirdiği anda konuşmasını yüzünden gerçekten bir rahatlama geçti. Birkaç gün içinde Sedat Bey denen illeti de yolladıktan sonra her şey biraz biraz rayına oturmaya başladı. Ayşegül ve Yekta yılbaşında nişanlandı, her birlikte Trabzon'a gittik fakat Deniz'i ailemle tanıştırmadım, henüz erkendi... Artık okulda sadece Deniz ve ben olmuyorduk. Melih'le başlayan arkadaşlığım, Deniz'in de onunla arkadaş olmasına sebep oldu ve çok iyi anlaşıyorlardı. Sınıfımdan, Derya isimli, sevimli bir kız da aramıza katılmıştı ve Deniz'in ortaokul arkadaşı Burak'ın da aramıza katılmasıyla şahane zamanlar geçiriyorduk. Bu süreçte Deniz'i, Hazine Adası'na götürdüm ve Alparslan Paşa'nın gönlünü aldık. Her hafta Hazine Adası'na gidip paşayla sohbet ediyorduk. Deniz gerçekten kendini sevdirmişti ve sevildiği kadar da sevmişti. Benden habersiz gittiği zamanlar bile oluyordu. 14 Şubat'ta, Denizli'de gelinliğini giydi Ayşegül. Bedeninin ona hediyesi ayva bir göbekti sadece... Beş buçuk aylık hamile olmasına rağmen karnı şişmemiş, sadece kilo almış görüntüsü vermişti ona ama her şeye rağmen ömrü hayatımda gördüğüm en güzel gelindi... Deniz işlerinden dolayı düğüne katılamamıştı ama yolladığı koca bir çiçekle yanımızda olduğunu hissettirmişti, tabi görüntülü aramanın da etkisi büyüktü. Ayşegül'ün annesi yıllardır Ayşegül için biriktirdiği parayı zorla ona verdi, babası ise Antalya'da bir ev satın aldı onlar için ve iki ailenin de verdikleri paralarla okulları bitip, iş bulana kadar rahat bir şekilde yaşayabileceklerdi. Düğünden üç ay sonra hepimizin beklediğinin tersine pamuk kadar beyaz, masmavi gözlü bir kız geldi dünyaya. Bizi düşürdüğü şaşkınlıktan yola çıkarak "Belin" koydu annesi kızının adını. Okula gitmediğim zamanların yarısını Ayşegül ve Belin'le geçirdim. Bu kadar mucizevi bir şey olamazdı dünya üzerinde. Deniz'le aramızda Sedat olayından sonra en ufak bir gerginlik bile olmamıştı. Ben Ayşe'de olduğum zamanlar o da fabrikaya gidip babasının yanında pratik yapıyordu. Okulu bittiği an babası elini eteğini işten çekip emekli hayatı sürmenin planları içindeydi. Hani her şeyin mükemmel olduğu zamanlar var ya, işte öyle aylar geçirdik. Bahar dönemi bittiği gibi ben evime gittim, Deniz kendisini işe verdi. Akşamları yaptığımız uzun telefon konuşmaları arayı soğutmaktan ziyade ateşimizi körükledi ve takvimler 25 Ağustos'u gösterdiği gibi uçağa atlayıp Antalya'ya döndüm. Deniz'le bitirdiğim koca bir yılın dönümüydü ertesi gün ve Allah nasip ettikçe en az elli yıl daha aynı heyecanla gidecektim ağustoslarda yanına...

Son ÖpücükWhere stories live. Discover now