☄️5

251 37 24
                                    

14 Ekim
22:19

Adımlarını Longfellow Köprüsü'ne yönlendirdiğinde saat on buçuğa yaklaşıyordu. Heyecanla gökyüzüne baktın.

Yağmur bulutları yoktu, hatta hava gökyüzündeki yıldızları sayabilecek kadar bulutsuzdu. İçini çekerek köprünün kenarına yere oturdun. Aklına gelen şeyle içini çektin. Nane şekerlerini unutmuştun. Burada birkaç saat nane şekersiz asit yağmurunun yağmasını bekleyecektin.

Tek başına.
Partnersiz.
Nane şekersiz.

Yere oturup köprünün demirliklerinden bacağını sokup tekini sallandırmak üzereyken arkandan birisi seslendi.

"S/a?"
Eren'in sesini duyduğunda arkanı dönüyorsun, karanlıkta bile onun yakışıklı hatlarını seçebiliyorsun. Gözlerinin badem şeklini, siyah perçemlerinin oluşturduğu haleyi, dudaklarının kenarındaki kıvrımı, omuzlarının eğimini görebiliyordun ve...

Aman Tanrım.

Tagalog dilindeki kilig kelimesi, "midenizde kelebeklerin uçuşması" anlamına gelir.

Ama senin midendeki kelebekler bir şekilde kaçmış olmalı, çünkü ansızın kelebekleri bedeninin her yanında kanat çırptıklarını hissediyorsun; göğsünde, boğazında, omuzlarında, kollarında, bacaklarında ve parmak uçlarında.

Ve bunu tanımlayacak doğru kelimeyi bulamıyorsun. Doğrusu, bu kelebeklerin tamamının uzun bir süre önce uyuyakaldıklarını ya da tatile çıktıklarını düşünüyordun.

"Asit yağmurunu izlemeye geldim." diyorsun birden. Eren kıkırdıyor.
"Biliyorum."

Aranızda biraz sessizlik oluşuyor. Eren elleri cebinde, önünde durduğu teleskobun önünden çekilerek. Teleskobun varlığını yeni görüyorsun ve bir bakış atıyorsun.

"Baksana."

Adım atıp teleskopla arandaki mesafeyi kapıyorsun. Eren'den burnuna sızan koku, yeşil kokusu: yeşil limon, ıslak çimen, naneli sakızlı şeker kokusu.
"Ee? Tam olarak neye bakacağım?"

"Sen söyle," diyor Eren sırıtarak, bir elini senin omzunun üzerine koyuyor.
"Genellikle yıldızlar konusunda uzman olan sensindir."

Odaklan S/a, siz arkadaşsınız, siz arkadaşsınız siz...

Kaşlarını çatarak teleskoptan bakıyorsun. Baş döndürücü bir şekilde yanıp sönen milyonlarca titrek ışık görünüyor.

"Şu Mars," boğazını temizleyip devam ediyorsun. "Ve onun tam yanındaki de Satürn."
Teleskobun merceğini çevirerek susuyorsun, sadece inanılmaz görünen ışıkları inceliyorsun.

"Darılmaca gücenmece yok S/a, ama bir yıldız uzmanı için yeteri kadar yıldıza dikkat çekmiyorsun."

Gülüyorsun. "Sanırım şu Gemini Takımyıldızı,"

"Görüyor musun? En parlak iki yıldız Castor'la Pollux. Onları takip ederek aşağı doğru bakarsan ikizler şeklini görebilirsin. Ki bu da onun tam yanında..."

Birden susuyorsun.

Mamihlapinatapai, Yaghan dilinde, aynı anda aynı şeyi düşünen iki kişi arasındaki sessiz kavrayış anlamına gelen bir kelimedir, ve sen muhtemelen ilk defa şuan o anı yaşıyorsun. Sesli bir şekilde yutkunuyorsun.

Teleskop tam olarak Orion Kuşağına dönük: Alnitak, Alniam ve Mintaka. Hem kuzey hem güney yarımküreden görülebilen üç yıldız: Eren'le sen farklı yerlerdeyken, sizi bir arada tutan üç yıldız.

"V-ve şu da ay," kekelediğinde daha sertçe yutkunuyorsun. "Bir gezegen ya da bir yıldız değil, bir uydu. Güneşin sağladığı parlaklığa eşit bir parlaklıl elde etmek için gökyüzünde 398.110 tane ay bulunması gerektiğini biliyor musun?"

Eren hiçbir şey demiyor. Gerginliğini üzerinden atmak için hızlı hızlı konuşuyorsun.

"Ya da yüzde doksan beş oranında aydınlanmış bir ayın, kraterlerin neden olduğu gölgelerden dolayı, bir dolunayın sadece yarısı kadar parlak olduğunu biliyor muydun?"

Hala sessizliğini koruyor Eren.

"Ki bu... Hmm.. Kraterlerin tamamına bilginlerin, sanatçıların, bilim adamlarının ve kaşiflerin adı verilmiştir?" zor bir şekilde yeniden yutkunuyorum.

"Mesela; Kopernik Krateri, Aristo Krateri, Arşimed Krateri, Kalipus Krateri, Dekart Krateri..."

"S/a. " diyor sonunda Eren.

"Edison Krateri, Earhart Krateri, Michael Jackson Krateri..."

"S/a."

Kızarak ağır ağır başını teleskoptan kaldırıyorsun ve Eren'le yüz yüze gelmek için doğruluyorsun. Ayda 300.000 krater bulunur ve o şuan o kadar gergindin ki tüm gece boyunca onları saymaya devam edebilirdin.

Hayır, S/a. Hayır hayır hayır hayır hayır hayır...

Çünkü forelsket, aşık olmaya başladığınızda duyduğunuz keyif anlamına gelen Norveç'çe kelimedir.

Bunun başlamış olduğunu hissediyordun, içinde taklalar atıyor, dikine düşüyordun.

Gerçi bu, aslında başlangıç değil, öyle değil mi?

"S/a." diyor ağır ağır yeniden Eren ve...

Yemek masamızın üzerinde uyuyakalışını izliyorum Eren'in;

Bir kaldırımda oturuyoruz, dizinde yara bandı var,

karda koşuyoruz, burnu kızarmış.

Massachusetts'i geçiyoruz baştan başa,
daire çizerek dönüyoruz bir lunaparkta;

geceleri odamın penceresine nane şekerleri atıyor,

yatak odamda kahkahalarla gülüyoruz,

çoraplarımız ıslak, yeni sulanmış çimlerin arasından koşuyoruz.

Ve bir köprünün üzerinde duruyoruz;

öpüşüyoruz,

öpüşüyoruz,

öpüşüyoruz.

Güm diye bir ses yükseliyor. Ve omuzlarımızda, bizi eritmeyeceğinden emin olan asit yağmurunun ilk damlalarını hissediyoruz.

🎉 You've finished reading ✓𝙖𝙘𝙞𝙙 𝙧𝙖𝙞𝙣, 𝘦𝘳𝘦𝘯 𝘫𝘢𝘦𝘨𝘦𝘳 🎉
✓𝙖𝙘𝙞𝙙 𝙧𝙖𝙞𝙣, 𝘦𝘳𝘦𝘯  𝘫𝘢𝘦𝘨𝘦𝘳Where stories live. Discover now