~28.Bölüm~

6.5K 383 47
                                    

28.Bölüm

Siyah Porsche Macan, toprak yolu geçip caddeye çıkarken tekerleklerin altında ezilen taşların sesini dinliyordum. Aralık kalan camdan içeriye keskin bir soğuk süzülüyordu. Gece onun varlığıyla daha da kararmıştı, gökyüzünde tek bir yıldız yoktu. Işığını serpiştirmekten aciz yarım ay gökte asılı duruyor, bulutların arasında bir görünüp bir kayboluyordu.

Günler sonra onunla yan yanaydım.

Kalbim delice bir tempoyla atarken nefeslerime odaklanmaya çalışıyor, hemen yanı başımdaki bedenine kaçamak bakışlar atmaktan geri duramıyordum. Heyecanımdan emniyet kemerimi bağlamayı unuttuğumu yeni fark ediyordum ama umurumda değildi. O ise uzun bacaklarıyla rahatça oturarak tek eliyle direksiyonu idare ediyor ve diğer eliyle de düşünürken yaptığını keşfettiğim hareketini yaparak, alt dudağını işaret ve başparmakları arasında sıkıştırıp hafifçe çekerek, yolu izliyordu. Saatin bize değmeden akıp giden birkaç dakikasının ardından dalgın bakışlarını bana çevirdi, gözlerini yüzümden elbiseme indirdi.

Sol eliyle direksiyonu tutmaya devam ederken üzerime eğildi. Şaşkınlıkla nefesimi tutarken onun yaptığı emniyet kemerimi seri bir hamleyle takmak olmuştu. Geri çekilip bana aptal olduğumu vurgulayan bir bakış attıktan sonra yola bakmaya devam etti. Hayal kırıklığımı görmezden gelmeye çalışarak tuttuğum nefesimi dudaklarımdan yavaşça serbest bıraktım. Aramızdaki sessizlik boğucuydu. Ona camını kapatmasını söylemeye bile çekiniyordum.

Yol almaya devam ettikçe şehre yaklaşıyor, İstanbul'un dışında sayılabilecek ıssız toprakları terk ediyorduk. Deniz bir ara telefonunu çıkararak birini aramış ve eve dönmelerini emretmişti. Kimi aradığını sormama gerek yoktu, adamlarını beni bulmaları için deponun etrafına dizdiğini anlamıştım ve bir kez daha benim için endişelenmesinin bencilce tadına varmıştım.

Buruk bakışlarımı ifadesiz yüzünde gezdirirken onun da, benimle yan yana olduğu için benim kadar heyecanlı olup olmadığını merak etmek isterdim ancak bundan bile mahrumdum. Öyle bir ifadesi vardı ki sanki onu burada olması için silah zoruyla tutuyorlardı.

"Bir ay oldu," diye mırıldandım yumuşak bir sesle. "Hiçbir şey söylemeyecek misin?"

Bakışlarını yoldan ayırıp bizi güvenden uzaklaştıracak kadar uzun bir süre yüzüme baktı. Yutkunarak bakışlarına direndim, gözlerimi kaçırmadım. Sanki dilinin ucuna onlarca şey geliyormuş ama söylememeye gayret ediyormuş gibiydi. Sonunda ağzını açarken gözleri yolu buldu.

"Bir ay boyunca o parka gidip beni beklediğini biliyorum," dedi derinden gelen sesiyle. Uzun süre konuşmadıktan sonra bir cümle kurulduğunda, sesin kelimeleri yadırgaması gibi boğuktu tınısı.

Hayal kırıklığı daha sert bir şekilde içime batarken "Biliyordun da, neden hiç gelmedin?" diye sitem ettim. Kırıklığım sesime yansımış ve ağlamak üzere olduğumu belli etmişti.

Gözlerimden akan iki iri damlayı parmak uçlarımla kurularken ona kırgın mı yoksa kızgın mı olduğumu bilmiyordum. Onu her gün orada beklediğimi bildiği halde yanıma gelmemiş olması canımı yakıyordu. Ve kendime bile itiraf etmek istemiyordum ancak, o perişan hallerime bakıp benimle alay ettiğini de gizliden düşünüyor, bir kez de bunun için kırılıyordum.

"Artık ağlaman canımı yakmıyor," dedi bir an bana bakıp. Vücudumun bu söze tepkisi daha çok ağlamak yerine durulmak oldu. Sanki bu zamana kadar sırf onun canını yakmak için ağlıyormuşum, şimdi o bunu itiraf etti diye artık ağlamama gerek yokmuş gibi.

Kafamı salladım ve camdan dışarı baktım. Konuşmasını istemiştim ve o sadece iki cümle söyleyerek toparladığımı sandığım dünyamı darmadağın etmeyi başarmıştı. Belki de sessiz olması daha iyiydi.

Buzun FısıltısıWhere stories live. Discover now