Gözlerini açtı. Bir terslik sezmiş olmalıydı. Sanki bana kıyamıyormuş gibi başını eğip kaşlarını çattı. ''Hatırlamamamız gerekiyordu, bunu hissediyorum.''

Onu kafamın içinden silen ne kadar büyük bir gerekçe olursa olsun o sebebi haklı bulması kalbimi kırmıştı. ''Öyleyse şimdi neden sana dokunmama izin veriyorsun? Daha önemlisi, bana neden dokunuyorsun?'' Bunu söylememle parmakları yanaklarımı okşadı. Dokunuşu tüy hafifliğindeydi. Öyle ki onu hissetmekte zorlanıyordum. Bu dokunuş bile hayal kırıklığımı örtmeye yetmedi. Sadece aklımdan da değil, yıllarca kalbimden ve tenimden de silinmişti izi. Şimdi, hiçbir dokunuş hiçbir zaman bana ait olmamış gibi hissediyordum. Bize o anları geri veren görüntüler olmasaydı...Ah yüceler...Her şey zihnimizde olup bitiyordu, tenimin hafızasında onun dokunuşunu taşımıyordum. Bedenimi ona sunmanın nasıl bir his olduğunu bilmiyordum.

Kahretsin ki bilmek için yanıp tutuşuyordum.

''Belki de öğreneceğimiz hoşumuza gitmeyecek bir gerçektir,'' dedi. Parmaklarını çekip elimin temasından kaçtı. ''Belki de tekrar bir araya gelmemiz mantıklı değildir...ya hayati önem taşıyan bir nedeni varsa?'' Cevabını bildiği bir soruyu bana yönelttiğini seziyordum fakat bu hislerimin doğru çıkmasını istediğim bir sefer değildi.

Kaşlarımı çattım. ''Az önce ''bir araya gelmemiz'' ve ''mantık'' kelimesini aynı cümlede mi kullandın?'' Gözleri yanağımdan dudaklarıma, oradan da boynuma kadar bir yol izledi. Yutkundu. ''İstediğin buysa birbirimizden uzak duralım. Birbirimizin yataklarından da öyle...bu zamana kadar nasıl geldiyse öyle gitsin.'' dedim anlam veremediğim bir öfkeyle. Çarşafı yanlışlıkla düşürmüşüm gibi yeniden bedenime sardım. ''Nihayetinde seni tanımıyorum,'' diye fısıldadım. Gözleri büyüyerek benimkileri buldu. Onlar yaş mıydı? Yanlış görmüş olmalıydım.

''Seni tanımıyorum,'' diye tekrar etti. ''Gerçeği öğrenene dek bu yaptığımız doğru değil.''

''Değil.'' diye tekrarladım. ''Öyleyse ikimizde bunu yapmaktan vazgeçiyoruz.'' Başını salladı. Yüzü onu tanıdığım ilk günlerin ifadesizliğini taşıyordu. Onu ilk kez tanıdığımı sandığım. O ifadenin altında aslında istediği şeyin ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. Aramızda sessiz bir söz verilmişti. Ayağa kalktı. Elleriyle yüzünü ovalarken nefes aldı ve yeniden yüzüme doğru eğildi. ''Ben sözümde dururum.'' Dudaklarıma üfledi ve gülümsedi. Tüm kaslarım işlevlerini unutarak kaskatı kesilmişti. Yaptığının anlamını biliyor fakat nefesine o anlamı yüklemeye çekiniyordum.

Bu gözlerim açıkken görülebilen bir rüya falan mıydı?

Önce eldivenini sonra hala yatak başlığında asılı duran eğri büğrü zarfı aldı. ''Zindanlarda seni bekliyoruz.''

Zaman gelmişti.

***

''Erinyelerden sonra Merga'yı hiç görmedik'' Tüm ekip başını salladı. Müphem balo ve Merga ile ilgili ne dediyse de ilgilendikleri kesinlikle bu değilmiş gibi sadece bana bakıyorlardı. Suçlayıcı bakışlar, bana yöneltilen bundan başkası değildi.

Başlarını salladılar. Onlara Merga'nın ağzından duyduğum her şeyi eksiksizce anlatmıştım. Üstelik bunu yaparken kafalarının içinde ardı ardına sıraladıkları nefret söylemlerini yüzlerinden okuyabiliyordum. Gerçekten, ne kadarda sevecen...Onlara, ''gittim çünkü...'' başlıklı konuşmamı yapmamak konusunda kararlıydım çünkü uzun zaman önce haklı sebeplerimin insanların benim hakkımdaki fikirlerini etkilemediğini engebeli yoldan öğrenmiştim.

''Cerbezeli oradaydı ve Erinyelerden pek memnunmuş gibi görünmüyordu. En hafif tabirle onları parçalarken bu şekilde yorumladım. Kısacası dirilen Erinye kabusu bütünüyle Hanzeb'in fikri olmalı. Kendisi dışında herkesi kötü etkileyen planları genelde o yapar.'' Agiel'den bahsedince tepkisiz kalmaya, bakışlarımı kaçırmamaya çalıştım. Agiel'ın hoşlandıkları biri olduğunu düşünmüyordum. En azından bu duyguda hemfikirdik. Müphem tıpkı benim odamda yaptığı gibi parmaklarını masaya vurmaya başladı.

FANTOM ETKİSİ doğa dönüyor Where stories live. Discover now