Bazen

12 0 0
                                    

Bazen neden yaşadığını bilemez insan, bazen ise neden var olduğunu. ama şunu bilir ki insan, madem yaşıyor ve hala nefes alıyorum, bunu neden değerlendirmeden öleyim ?

Oturduğum koltukta o kadar çok acı çekiyorum ki, bazen gerçekten bu dünyaya sadece acı çekmeye gelmişim gibi hissediyorum. insanların iğrenç davranışları, fütursuz sevgileri ve aşkları, o kadar dayanılmaz geliyor ki, artık intihar etmek bile onlardan kurtulamayacakmışım gibi hissettiriyor.

Bir bardak sıcak çay, çoğu insandan daha iyi geliyor bana. ömrümden ömür alsa bile, çoğu insandan daha çok zevk veriyor sigaram. demem o ki, nerde, nasıl ve neyin içerisinde olursanız olun, yalnızca, yalnız olun.

Kimseler yok iken nasıldı acaba bu dünya ? huzur dolu muydu acaba ? yoksa, yine böyle boktan ve kokuşmuş muydu ? yıllardır cevabını bulamadığım bir soru gibi gelmeye başladı nefes almak. suç, nefes almak mıydı ? yoksa nefes almak için yaşayanlarda mıydı ? sanırım cevabı çok basit; suç, doğmaktaydı. 

Usulca esneyerek uyandım bu köleleşmiş hayatıma. yataktan doğrulurken önce gözlerim, sonra da sanki, dünyam karardı. banyoya doğru bir iki hamlede ulaştım. aynaya bakan mı bendim ? yoksa, aynadan bana bakan mı bendim ? buna karar verebilmek için ne zamanım, ne de enerjim vardı. işe geç kalıyordum. saat nerdeyse 9 olmuştu bile.

Binadan koşar adım iner iken bir soru takıldı aklıma. her sabah, her gün, her saat, ne için acele ediyordum ki ? bunca saat, bunca gün ve yıl çalışıp ne kazanmıştım ki ? orta düzey de kiralık bir ev, asgari ücretten minnacık fazla bir maaş ve akşamları kolayca sabah edebilmek için aldığım plazma televizyon. bu muydu bütün bir evrenin yaradılış amacı ? üç kuruş para, beş köfte için miydi yaratılan bunca yıldız ? artık bir kere daha boşa yaşadığımızı  ( umuyorum ki siz de böyle düşünüyorsunuz ) kabul etmiştim. 

O kadar uzun süre düşünmüş olmalıyım ki, çoktan iş başı olmuş ve ben çalışıyor iken yakalayabildim gerçekliği. ya zamanda yolculuk yapmak, uzun süre düşünmek ise ? herşeyi, herkesi bir kenara bırakıp gerçeklikten uzak, sadece yapayalnız düşünmek. 

Saat 10 a doğru gelirken, sanki akrep yelkovanı değilde, yelkovan akrebi kovalıyormuş gibi hissetmeye başladım. zaman o kadar yavaş akıyordu ki, iş yerinde olduğumu bilmesem kendimi dünya dışında hissedecektim. zaten kendimi ne zaman bu dünyaya ait hissettiysem ? 

15 dakikalık köle paydosundan sonra tekrar bir maraton başlamıştı. ama işin güzel yanı, zamanda yolculuk yapmanın sırrını çözmüştüm. düşünmek, sadece uzun mu uzun düşünmek. beni diyar diyar gezdiriyor, gerçekliğin hüzünlü pençesinden bir an bile olsa, uzaklaştırıyordu.

Saat 11 e doğru tekrar gerçek hayata dönmüş ve belki de saatlerdir konuşan geveze ahmet'in omzumu delmesine bir son vermiş, ve ona istediğini, bir cevap vermiştim. ne var ahmet ?

Ahmet: kanka hani geçen bir kız görmüştük kafede hatırladın mı ?

Ben: evet, ee ne olmuş kıza ?

Ahmet: he işte kanka o kız, yarın burda garson olarak işe başlayacakmış.

Ben: peki bundan bize ne ahmet ? hem sen tüm bunları nerden öğrendin ? kim söyledi bunları sana ?

Ahmet: orası da bana kalsın be kardeş, yapıyoruz işte birşeyler :)

Şu aptal sırıtışı olmasa, onun gerçekten de sinsi biri olduğunu düşünebilirdim. ama o kadar saf ve salak biri ki, en çok ta onun bu yönünü seviyorum işte. hala saf ve temiz, bütün kötülüklerden uzak. 

Öğle yemeğine saatler kala, tekrar uyanmıştım derin uykumdan. daha doğrusu, uyandırılmıştım. bitip tükenmeyen enerjisi ile ahmet, müşterilere servis yapmak yerine, dakika başı yanıma gelip; o kızı sende sevmiştin kanka, sende bir kaç dakika bakmıştın kanka, şimdi neden böyle soğuk yapıyorsun ki kanka ? demekten kendini alamadığı gibi, beni de benden alıyor, iyiden iyiye hem canımı sıkıyor, hem de sübliminal bir mesaj gibi, kızı bilinçaltıma yerleştirip duruyordu.

Onca epik şeyi düşünebilmek var iken, şimdi sadece bu salak ahmet yüzünden ikra denen o kızı düşünür olmuştum. hayal meyal hatırlıyordum sanki, uzun saçları, balık etli ama hoş bir fiziği, ve belki de  kafede ilk kez aldığım o kokuyu çok net ve çok nahoş bir şekilde hatırlıyor gibiyim. iyi de abi bana ne ki bunlardan ? yani benim yapmam gereken onca iş, onca meşakkat var iken, nasıl oluyor da durup bunları düşünebiliyordum ?

Öğle yemeği çabuk geçmiş, saat 4 e doğru gelir iken, 5 dakikalığına barı ahmet'e emanet edip sigara içmeye, kapıya çıktım. yaz mevsiminden nefret ediyordum resmen. herkes alabildiğine hoyrat, savurabildiğine efil efil ter kokuyordu. deodorant'ın icadından bi haber bu insanlara bakarken, kadınından çocuğuna, erkeğinden yaşlısına hepsi ter içinde, ama bir o kadar da mutluydular. hayır anlamıyorum, 55 derece sıcağın altında, ne var da bu kadar mutlusunuz ?

Saat 6 ya doğru yaklaşır iken, az önce gördüğüm insanların, o mutlu ama bir o kadar da acınası halleri tekrar gözümün önüne geldi. bazen düşünüyorum da, acaba mutsuz olan ben olduğuma göre,  yanlış yaşayan kişi ben miyim acaba ? hayatta hiçbir zevki olmayan, hiçbir boktan zevk almayan ben, yaşamayı bilmiyor muydum ? yoksa yanlış yerde mi doğmuştum ? 

Bütün bu saçmalıklar devam ederken, paydos etmeme, huzurlu ve sakin evime dakikalar kala o girmişti içeri. ikra, sanki düşüncelerime meydan okumak için gelmiş gibiydi. kapının üstünde ki minik çanın tiz sesi ile başlamıştı yarış adeta. önce ahmet'mi davranacaktı, yoksa bir beyefendi gibi hakedene yol mu verecekti ? 

Birkaç saniyelik rüya aleminden sonra ikra bar taburesinde gözümün içine bakıyordu. 

İkra: soğuk birşeyin var mı ? dışarısı cehennem gibi resmen, günahlarım azaldı buraya gelene kadar 

Ben: bir bakalım senin için nelerim var. mmm soda, votka, meyve suyu, kola ve biraz da akşamdan kalma rakım var. ne içersin ?

İkra: bu sıcakta buz gibi bir bira olsa çok güzel olurdu, benim için bir tane kaldı mı acaba ?

Ben: kendim için ayırmıştım ama bencilliğin sırası değil gibi, getiriyorum bir dakika 

İkra: teşekkür ederim, sana borçlandım bunu telafi etmek isterim

Ben: tabi, bir daha ki sefere gelirken bira'nı da çantana koyarsan ödeşmiş oluruz :)

İkra: hayır ya cidden, sana birşey ısmarlamama izin ver. yoksa, kendimi borçlu ve kötü hissederim sana karşı. hem bugün yarın beraber çalışacağız, bunun olmasını istemem :) 

Ben: peki o zaman, buna sen karar ver. bana fark etmez 

İkra: o zaman bu haftasonu sinemaya gidelim. ben ısmarlıyorum :)

Ben: tamam o halde bir kaç gün içinde yeri ve saati kararlaştır bana da haber ver olur mu ?

İkra: anlaştık o halde :)

Ben: anlaştık :)

O gün İkra gittikten sonra ahmet saatlerce başımın etini yedi. kanka ne konuştunuz, ne anlattı sana, var mı birşeyler ? demekten kendini bir türlü alıkoyamadı. 

Sonunda gece olmuştu. ne geveze ahmet, ne de aklımı karıştıran ikra vardı artık. sadece ben, yastığım ve huzurlu bir uyku..

Pişmanlıklar ve KeşkelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin