üç

20 2 17
                                    

Resepsiyonda gerekli işlemleri yaptıktan sonra Rita ve Boris hotelin beyaz mermerden yapılma, altın kaplama trabzanlı merdivenlerinden usulca yukarı çıkıyorlardı. Rita'nın mecali kalmamıştı ama ne yazık ki hotelin asansörü yoktu. Yine de hotelde zor bela da olsa bir oda bulduğuna şükretmeliydi. Boris'in hafif topuklu rugan ayakkabıları her adım attığında tap tap şeklinde, yumuşak ama saat tiklemesi gibi sinir bozucu bir ses çıkartıyordu. Rita derin bir iç çekti, sonra nefesini yavaşça serbest bıraktı. Merdivenlerden yukarı baktı, daha çıkılacak bir dolu kat vardı, altın trabzanlar sarmal merdiveni en sonuna kadar takip ediyor, izleri en üst katın beyaz tavanına asılı altın ve şaşalı avizeye ulaşınca kayboluyordu. Avize hotelin dekorasyonuna uymuyordu ve genel anlamda iyi iş çıkardığını düşündüğü iç mimarın neden böyle bir seçim yaptığını düşündürtmüştü. Her ne kadar hotelin temasına ters olsa da avize fevkalade görünüyordu ve bir mağazada görse böylesine zarif bir avizeyi havada kapardı. Avizeden aşağı inen görkemli kristaller ışığı kırıyor ve ortaya bir cümbüş çıkarıyordu. Çok uzakta kalan avizeyi ancak böyle anlatabilirdi Rita. Gözlerini iyice kısıp daha fazla detay görmeye çalışmıştı ama şahane avizeye kısa süre bile bakmak başını döndürmüştü. Bu yüzden kafasını Boris'e doğru çevirdi. Ayakkabıları aynı sinir bozucu sesi çıkarmaya devam ediyordu ve Rita kafasının içine saatli bomba yerleştirilmiş gibi hissediyordu. Acele edip onu etkisiz hale getirmezse, kafası olduğu yerde patlayacaktı. Hoş ya, böylesine büyük bir hotelin tüm odaları dolu olmasına rağmen çıt çıkmıyordu. Bu da tuhaftı. Ne pahasına olursa olsun kırmalıydı bu ürkünç sessizliği.

"Affedersiniz", dedi çekingen bir sesle Rita. Boris arkasını döndü ve gözünü kapatıp gülümsedi: "Buyurun efendim."  Rita her utandığında yaptığı gibi göz bebeklerini sağ alt köşeye yöneltip daha sonra dimdik Boris'e baktı: "Odam hangi katta acaba?" Hotel hizmetlisi, elini nazikçe çenesine koyup kıkırdadı, sonra usulca arkasını döndü ve konuştu: "Verdiğimiz zahmet için üzgünüm. Henüz çıkmamız gereken üç kat var." Görevlinin sırtını dönmüş olması, içini rahatlatmıştı Rita'nın. Gülüşü ürkütücüydü ve onu hoşnut etmeyen o surata bakmak yerine adamın açık griye çalan kumralımsı, tuhaf renkli saçını izlemeyi tercih ederdi.

Kalan katları tırmanırken huzursuz edici sessizliği kırmak adına birkaç soru sorduysa da, Boris kısa ve profesyonel cevaplarla konuşmayı kısa tutmuştu. Sonunda odanın önüne geldiklerinde Rita oda numarasını gördü: "506". Geçtikleri diğer katlardaki kapılar yeni görünümlü ve kahverengi odundan yapılmalardı ama beşinci kattan itibaren kapılar Rita'nın ne olduğunu bilmediği siyah ve mat bir maddeden yapmalardı. Yaşanmışlıkları fazlaymış gibi görünen kapılardı bunlar. Spesifik olarak oda 506da ise genç fotoğrafçıyı rahatsız eden bir aura vardı.

Boris, cebinde bir şeyler ararken Rita'nın aklına onun baştaki kendinden emin olmayan tavırları geldi: "Affedersiniz, başta bu oda hakkında şüpheleriniz varmış gibi davrandınız, sebebini öğrenebilir miyim?"

Boris'in imza gülümseyen surat ifadesi yerini ciddi bakışlara bıraktı: "Normalde bu oda kullanıma açık değil,  manzarası çok iyi olsa bile müşterilerden çok şikayet geldi." Rita, sorunun ne olduğunu sormak istedi ama ağzını istese de açamadı. Güçlükle bulduğu şu odaya razı olması gerekiyordu, şikayetleri duyarsa odadan tiksinebilir veya vazgeçebilirdi. Bunu yaşamak istemiyordu. Beli ağrıdan sızlıyordu. Sadece şunu sorabilmişti: "Peki nasıl oluyor da bu odayı kullanmama izin veriyorsunuz?" Boris  önceki ifadesine geri döndü ve Rita'nın tek elini tuttu. Rita, siyah deri eldivenlerin soğuğunu elinde hissetti. Rita'nın burnuna hafif plastikimsi bir koku geldi. Bu koku, her ne kadar gerçekçi gelse de Boris'in eldivenlerinin suni deriden yapma olduğuna işaret ediyordu. Boris kafasını hafifçe eğdi: "Kalacak bir yere ihtiyacınız yok muydu? Diğer tüm hoteller dolu değil miydi? Kalacak bir yer bulmak istiyordunuz, bıkmıştınız ve yorgundunuz değil mi? Perspektif Hoteli konuklarına her zaman öncelik verir." Rita'nın beti benzi attı, gözleri büyüdü. Bu adam tüm bunları nereden biliyordu? Bütün her şeyi sanki hiçbir gariplik yokmuşçasına sırıtarak söylemişti. İnanamıyordu. Sanki az önce yok etmeye çalıştığı saatli bomba kafasında değil yüreğindeydi ve aniden patlayarak onu şoke etmişti. "B-bütün bunları ne-nereden biliyorsu-sunuz?" Boris sakince konuştu: "Tek konuşan şey ağzımız değildir. Vücudumuzun bütünü konuşur. İç organlarımız dahil. Her vücut parçasının dilini anlamak kolay değildir ama kalbimiz ve gözlerimizi de çabalarsak anlayabiliriz. Ben de vücudunuzu okudum, Rita Hanım. Omuzlarınız düşüktü, terliydiniz, bütün bu kılığınıza uymayan spor ayakkabılarınız vardı. Gözleriniz yorgunluk püskürüyordu." Rita, bütün bunları söylerken gözlerini ayırmamıştı Boris'in üzerinden. Birden gözlerini açtığında hazırlıksız yakalanmıştı Rita. Ayaklarına doğru baktı ve o aptal spor ayakkabılarını görünce utançtan yerin dibine girdi. Hotel 42 kadar olmasa bile buraya da yakışır nitelikte değildiler. Tekrar Boris'e baktı ve ilginç biri olduğunu düşündü onun. Hoş bir şekilde ürkütücü ve ilginç.

Boris, elini Rita'dan çekti ve kapıyı açtı. Rita içeri adım attıktan sonra Boris kapıyı kapattı, sırtını kapıya döndü ve o an bilinmeyen bir kadının sesi duyuldu: "Ah, sevgili Boris, böyle şeyler yapmaya devam edersen tüm konukları kendine aşık edeceksin. Hotelin prestiji bir oyuncu yüzünden bozulursa senin için hoş olacağını sanmıyorum. " Boris sağa döndü ve klasik gülümseyen ifadesine yaraşmayan kabalıkta birkaç kelime püskürdü: "Haha... Kapa çeneni. Fikir istemiyorum, özellikle senin gibi birinden."

***

Rita odaya girdiğinde bir ses geldi aniden ama onun ne olduğunu anlayamadı. Işık anahtarını aradı ve elini duvarda gezdirdi, sonunda onu buldu ve ışıkları yaktı. Oda beklediğinden çok daha farklı bir deneyimdi. Otelin genel dekorasyonundan farklıydı. Sade eşyalar konsepti hala devam etse de etrafta daha fazla ıvır zıvır vardı ve renk çeşitliliği daha fazlaydı. Zemin basınca sanki bulutların üzerinde dans ediyormuşunuz gibi hissettiren siyah kadifeden yapılmıştı. Duvarlar kırık beyazdı ve yatağın karşısındaki duvarda altın çerçeveli devasa bir ayna vardı. Siyah tahtadan yapılma minik bir dolap vardı ve kulpları altındı. Döşek ise siyah bir yatak örtüsüyle örtülmüştü ve üzerine altın işlemeli beyaz kırlentler bezenmişti. Karyolanın yanında dolapla aynı materyalden bir komodin, komodinin üstünde de resepsiyona bağlandığını sandığı bir telefonla gece lambası yerleştirilmişti. Yatağın karşısındaki köşede ise büyükçe tekli siyah bir koltuk vardı. Koltuğun yanına ise ağır sırt çantasıyla Rita'nın fotoğraf makinesi bırakılmıştı. Onu karşılayan tuhaf görevli, resepsiyonda işlem yaptıklarında temizlikçilerle beraber Rita'nın eşyalarını da yollamıştı. Zaten Rita gibi birinin onları beş kat boyunca taşıması söz konusu bile olamazdı. Halihazırda bir hafta önce yaptırdığı manikür için hala üzülüyorken olacak iş değildi gerçekten. Fotoğraf makinesini taşırken sol yüzük parmağının ucu kırılmıştı ve maniküre ödediği parayı hatırladığında içi sızlamıştı. Hepsi ortağının suçuydu günün sonunda. Ah Johnson, neden Rita'yı yolun ortasında bırakıp gitmişti ki sanki?

Rita çantayı koltuğun yanından alıp dolaba doğru yürüdü. Yaklaştığında dolabın yanındaki pencereyi fark etti. Perdeler kapalıydı. Şu an perdeyi açacak hali dahî yoktu. Sırt çantasını yavaşça açtı ve karşısına ilk çıkan şey daha önceden giydiği topuklular olmuştu. İç çekerek topukluları dolaba yerleştirdi ama sonra kalanı yerleştirmek o anda Rita'ya fazla uğraştırıcı göründü:

"Hayır, şimdi dolap yerleştirmenin sırası değil. Çantadan pijamalarımı çıkarsam yeter." diye mırıldandı ve pijamalarını çantadan aldı. Büyük aynanın karşısına geçti ve kendi yansımasına baktı. Berbat görünüyordu. Makyajı akmamış olsa da dağılmış, saçı bozulmuştu. Gözleri gerçekten yorgunluğunu akıtıyordu. Olmayı hedeflediği o güçlü kadından çok uzaklardaydı o an.

"Berbat görünüyorum. Gerçekten Johnson, neden yaptın bunu? Anlamıyorum. Bir saniye, hayır! Rita, senin Johnson'a asla ihtiyacın olmadı ki! Tek başına da güçlüsün, kimseye ihtiyacın yok." Kendi kendine konuştuktan sonra yansımasına baktı bir süre daha. Saçlarını düzeltmeyi denedi. İç çekti. Kime yalan söylüyordu ki? Ne derse desin kaybolmuş hissediyordu kendini. Johnson'ın orada olmasını içten içe deli gibi arzuluyordu. Başka bir hotel ararken tüm oteller hakkında düşünceleri vardı. Bunları Johnson'la paylaşabilirdi; veya hotelin espressosunun tattığında Johnson'la birlikte olup onunla sohbet etmek, kahvenin ne kadar leziz olduğunu ona abarta abarta söylemek veya kendini şehirdeki lüks kafede gibi hissettiğini anlatmak istemişti; fakat bunları yapacak bir Johnson yoktu ortada.

"Ah, bu felaketi ben yarattım gerçekten de. Ne kadar süre daha taştan yapma gurur maskemi taşıyabilirim ki?" Rita cümlesini bitirir bitirmez tanımadığı bir ses yanıt verdi: "Evet Rita, hepsi senin suçun. Her şey senin suçun, kendini suçlu hissetmelisin. Pişmanlıklarında boğul."

perspektif hoteliWhere stories live. Discover now