süslü paketi kenarda bir yere bırakıp zehra'yı meraklara teslim ederken babaannesine de sarılıyor hızlıca. bakınıyor etrafına, pek bir farklılık yok. gözüne çarpan bir tuhaflık bulunmuyor, hatta küçüğüm dışında tüm şeyler tıpkı en son gördüğü gibi duruyor yerli yerinde. her ne kadar kızılımı doya doya izleyemese de böyle şeylerin -hasret gidermenin- biraz mahremiyet altında gerçekleşmesi gerektiğini düşünüyor. o yüzden, bir eline paketini diğer eline arkadaşının elini alıp basamaklara yöneliyor müsaade isteyerek. size biraz cüretkarmış gibi gelebilir oysa bu geniş ama küçük ailenin yapısında hiçbir zaman yoğun iş rutini bulunmadığından zehra'yı yukarıya çıkmaya davet ederken bir kez olsun çekinmez hande.

zihninden saymayı alışkanlık edindiğinden o da ceylan gibi sekiyor merdivenlerimde. geçen yılki ilk gününün zıt versiyonunu yaşaya yaşaya yükseliyorlar, yükseliyorlar ve ardından daire şekilli tepeme varıyorlar. elleri ayrılmıyor, elleri hiç ayrılmaz ki. yine biraz utangaçlar ancak yetişkinliklerinin arasında hala bıcır bıcır dolanan çocuklukları yüzünden tüm bunlar. çekingen çekingen bakıyorlar suratlarına, gül kurusu tadında birer gülümseme çiziyorlar dudaklarına. geçen yıldan alışık olmam gerekir ama gözlerinin buluşmamasına şaşırıyorum yeniden.

"hoş geldin." küçüğümün ağzından çıkan ilk şey bunlar olurken hande'nin gülümsemesi genişliyor. "iyi ki doğdunn!" diyor o da, diğer elindeki şeyi nihayet uzatıyor ona. "gelecektim, tam o gün gelmek istedim ama bizimkiler birkaç iş kitledi gelemedim. bu doğum günü hediyen, ben de bugünkü hediyen." diye sıralıyor cümlelerini.

"içindeki her ne olursa olsun en büyük hediye sensin biliyorsun değil mi?" kocaman gülüyor zehra ellerini ayırıp paketini teslim alırken. cümlesini alayla karışık kuruyor ama gerçeklik payı fazlasıyla büyük. "biliyorum tabii ki. ama sen yine de aç, çok seveceksin bence."

pembeli grili desenlerle kaplı kutuyu nazikçe açıyor zehra. içinden şeffaf çıkıntılara sahip upuzun bir kablo çıkıyor. anlam veremiyor doğal olarak. "ışık. duvarlara asacağız bunu sonra şu düğmeye basacağız ve tüm odaya yıldızlar düşecek."

"gerçekten mi?"

"evet! hadi hemen yapal-" hande odanın içine göz atmayı yeni akıl ediyor ki şaşkınlıktan cümlesi kesiliyor. "hamağın nerede?"

"uzadım diye sığamadım daha. dedem yatak getirdi."

"değişik olmuş."

epey şey olduğu ve bunların her birinin değişik sayıldığı kesin. ama daha değişik şeyler olacağından bihaberiz. hepimiz.

doğru düzgün sohbet etmemişlerken sanki bir haftalık planlarını eyleme geçirircesine uzanıyorlar duvarlarıma. zehra'nın çerçevelerine, onlarca yıl öncesinden çakılmış çivilere, geçen seneden beri asılı kalmış fotoğraflara, fenerimin ısınmayan bölgelerine kadar her yeri çevreliyorlar bu uzun iple. işleri bittiğinde biraz da sıcağın etkisiyle terler içinde yere uzanıyorlar. kafa kafayalar ancak vücutları ters yönde uzanıyor.

"ne zaman deneyeceğiz?" küçüğüm soruyor.

"sen ne zaman istersen." hande başını ona doğru çeviriyor. nefes nefese kalmış biraz ama kafası sabit olduğu sürece yeşiller bakış açısından kaçmıyor.

zaten kaçırmaya niyeti de yok zehra'nın. o da döndürüyor boynunu. bakışıyorlar böylelikle. "bizde kaldığın zaman yakalım."

"denemek istemez misin?"

cıklıyor. "senin şansın olsun." ardından gülümsüyor.

bakışları bir anlığına yukarıya, yani küçüğümün gülüşüne çıkıyor hande'nin. parıl parıllar bugünden beri, nedeni heyecanı mıdır nedir emin değilim ama başka bir seçenek gelmiyor aklıma. "olsun bakalım."

lamba sana döndüğünde falezden uzaklaşmalısınWhere stories live. Discover now