on sekiz

476 45 111
                                    

yılın en sevdiğim zamanlarının yaz mevsimi olduğu görüldüğü üzere apaçık bir gerçektir. kışın getirdiği yağmur ve karla çamurlanmış dalgalarım tüm pisliklerinden arınır ve parıl parıl biçimde kıyıma vururlar sırayla, en az yirmi çeşit kuş sürüsüne selam veririm bazen de şanslıysam kayalıklarımda dinlenirler ve maceralarına kulak kesilirim, zehra saçlarını savura savura gezinmeye bayılır sıcaklarda sıklıkla da onun kıvrımlarında dönüp duran ışıkları seyrederim. güzel çiçeklerim tomurcuklanır da renklendirirler topraklarımı, sıcak havalara tezat hoş rüzgarlarla donatırım çevreyi. favori hislerimdendir tuzlu havalarım ve martılarımın çırpınışları. itiraf etmem gerekirse son iki yıldır hande'nin ziyaretlerinin bu döngü aralığıyla üst üste gelmesi de en sevdiğim şeylerden biri haline geldi.

bu kez hande geleneğini bozarak temmuz ayında beliriveriyor sularımın üzerinde. küçüğümün on yedisinin üzerinden hepi topu on gün geçmiş bir vakitte öğlen civarı yüzünde kocamanından bir gülümsemeyle adımlıyor kumlarıma. elinde yalnızca bir bavul, üstelik tek başına gelmiş bu defa. farklılıklar var, kendisine yakışmış farklılıklar bunlar. yıllardır uzattığı saçları omuzlarının üstüne gelecek şekilde kesilmiş ve bu işlem dalgalı tutamlarını daha da belirginleştirmiş, yüzünün hatları oturmuş ve çenesinden tutun da alnına kadar tüm kemikleri güzelce sarmalanmış, bedeni sağlıklı bir forma girmiş, sanırsam bir de hafif kas yapmış. hande biraz değişmiş ama o kadar güzelinden ki değişimlerin her zaman kötü olmayacağını hatırlatmak zorunda kalıyorum kendime.

oteline gidiyor elbette öncelikle. üzerine rahat bir şeyler geçiriyor, taze kokular püskürtüyor üstüne, saçını başını özenle tarayıp elinde süslü mü süslü paketlerle ayrılıyor çabucak. heyecanı her zamanki gibi yüzünden okunabiliyor. tüm özentileri yeniden coşkulu bir sevinçle karşılanmak adına ama ben hariç kimsenin gelmişliğinden haberi olmadığının farkında bir gevşeklikle beyaz duvarlarıma doğru uzanan yola giriyor. yaklaştıkça fark ediyorum, her adımında bir değişiklik var, tuhaf ama şık bir ağırlık, hatta belki de olgunluk. her seferinde daha fazla şaşırtamaz beni diyerek hazırlasam da kendimi, bir şekilde yine hayretler içinde bıraktırıyor.

göz alıcı bir parıltı kazanmış hande ve ayakları kumlarımla buluşsa bile pürüzlenmiyor bu ışıltı. deniz kabuklarım meraklanıyor, kim olduğunu soruyorlar bu genç kızın. uzaklarımda bir deniz kızı yüzeye çıkıyor saçtığı özel cazibeden ötürü. oracıkta adama bir prens düşse krallığına en yakışacak kraliçenin o olduğundan emin şekilde teklifler sunar esmer arkadaşıma. bütün martılarım hayranlıkla izlerken kısa saçlarının uçuşunu bunların hiçbirinin farkında değil tabii ki. oysa farkında olmadığı diğer şey adamın zehra dışında başka birisi için böylesine donakalmadığı.

kenarda duran papatyalara takılıyor gözleri, ağustosa kadar bekleyemeyen incilerim, hande onları hiç görmemiş. bana varmasına yüz metre kala gözlerini dikiyor üstüme, hafif bir gülümseyerek izin istiyor, yanlış bir şey yapmayacağını bildiğimden veriyorum istediğini. parmaklarını doluyor ince sapın diplerine ve tutup çekiyor kökleriyle beraber. papatya kokusunu salmasa bile ölmemiş oluyor ve ikimiz de bu durumdan hoşnutuz. elindeki çiçekte kalan toprakları silkeleyerek adımlarını hızlandırıyor. dedesi kapının önünde bir tabureyi tamir ettiğinden genç kızı ilk fark eden kişi oluyor.

"hoş geldin cici kız," diye karşılıyor onu. her zaman böyle seslenmiştir ona. gülümsüyor hande ve sarılıyorlar kısaca, ardından fazla ses çıkarmamasını işaret ederek kapıma doğru yaklaşıyor. belki de ellinci kez tıklatıyor kalın ahşabı.

dedesini bulmayı bekleyen küçüğüm karşısındaki bedeni görünce ilk afallıyor doğal olarak. sonrasında ise hande hiç fırsat tanımıyor ona kendisini incelemesi için, kısacık mesafeyi de boynuna sarılarak kapatıyor. karşılıklı durdukları birkaç saniye boyunca anladıkları tek şey boy farkları olduğundan eğlenircesine gülerken yapmaları gereken şeyi yapıp, hande sıkıca tutunurken zehra da diğerini etrafında bir tur döndürüveriyor. kapanan gözleri yeniden açıldığındaysa ikilinin ayakları yere basıyor, hande daha kapıyı bile kapatmamışken elleri arasında duran taze çiçeği uzatıyor küçüğüme. "hoş buldum hediyesi," diyor sonra işaret parmağıyla zehra'nın burnuna dokunup armağan ettiği çiçeğini elleri arasına bırakıyor.

lamba sana döndüğünde falezden uzaklaşmalısınDove le storie prendono vita. Scoprilo ora