Omzuna temasla kafasını kaldırdı. " Delikanlı, iyi olduğuna emin misin? Yüzün daha da bir kızardı geldiğinden beri. Yerinde de rahat değil gibisin bir yerin mi ağrıyor?" Konuşacağı sırada tüm masanın ona baktığını fark etti. Hunharca içmişti galiba çorbayı gerçekten de. Tam itiraz edecekken bir ilk gerçekleşti. Eren onu kurtardı. " Çarpmıştır." Kurtardı mı demişti? Sözlerini geri alması pek uzun sürmemişti. Konuşurken gözlerinin Atom'u göstermesi de cabası. Elif, kıkırdayarak ekledi. " Hava değişimi demek istiyor. Hava değişimi çarpmış belli ki." Erdem Bey, kafasıyla onayladı. "Bir yüzünü yıka istersen iyi gelir. Ferahlarsın." İyi bir fikir olduğunu inkar edemezdi. Kafasıyla onaylayarak tabağının yanındaki peçeteyle ağzını sildi. Sandalyesini geri ittiği sırada Erdem Bey konuşmaya devam etti. " Atom, kızım sen delikanlıya banyonun yerini göster." Kendisini düzeltmek için göndermiyor muydu bu adam onu lavaboya? Kızını da yollarsa kalbi vücuduna adrenalin, seratonin, dopamin ve bilimum kimyasalı pompalamayı nasıl bıraksındı? Kız önde, kendisi arkada salonun basamaklarından çıktılar. Onun adımlarını takip etmek, bastığı yerlere basmak çocukça bir mutlulukla doldurdu o an içini. Yere bakarak yürürken bir anda kendi ayaklarının önünde bir çift ayak daha belirdi. Bastığı yerleri takip ederken, fark etmeden dibine kadar girmişti kızın. Kafasını göz hizasına çıkarttı. Gözlerinin güzelliğine methiyeler yazabilir miydi o an acaba? Fazla yakın olduklarını kızın kokusunu alınca fark etti. Parfüm müydü, şampuan mıydı kokan, bilmiyordu ama alıyordu kokuyu net bir şekilde. Bir adım geri gitti. Elini boynuna atıp ovdu sıkıntıyla. Konuşmalı mıydı? "Burası." Önlerinde durdukları kapıya baktı. Ne için gelmişti buraya? Lavabo, dedi. Lavabo diye hatırlattı kendine. Kafasını onaylayarak içeri girdi. Üç saniye daha kızın önünde dursa içindekilerin hepsi, zikre dönüşecekti sanki. İçeriye beyaz hakimdi. Kendi içine değil, lavaboya. Şapşallığı hala devam ediyordu anlaşılan. Kızı görünce aklı gitmişti. Ellerini lavabonun kenarlarına koyarak aynadan kendine baktı. Kıvırcığa yakın dalgalı saçları savaştan çıkmış gibi dağınık duruyordu. Yüzüne hakim olan kırmızılık boynuna doğru devam ediyordu. Gerçekten de kızarmıştı. İçerisi sıcak mı gelmişti acaba? Kalp atışlarını saymazsa kendini oldukça da iyi hissediyordu aslında. Suyu açarak avuçlarına doldurdu. Birkaç kez yüzüne çarptı soğuk suyu. Daha rahatlamış hissediyordu şimdi. Etrafına bakındı ama temiz havlu göremedi. Kendisi için sorun değildi ama ev sahibi, havlularını kullanmasından hoşnut olmayabilir diye düşünerek üst kıyafetinin koluyla akan damlaları kuruladı. Yüzünün nemliliği hala devam ediyordu. Kapıyı açmasıyla kızı bıraktığı yerde buldu. Elinde bir havlu... Kendisini beklemişti. Ona havlu tutması, içinde bir şeyleri, bir yerleri kıpırdattı tekrardan. En ufak hareketinden, duruşundan etkilenmesi kaçıncı seviyeydi hesaplayamıyordu artık. Teşekkürler diye mırıldanarak kızın uzattığı havluyu aldı elinden. Bu sefer parmakları temas etmemişti. Tarık bu duruma üzülmediğini söylese yalan olurdu. Gittikçe arsızlaşıyordu sanki.

İçeriye geçip tekrar sandalyelerine oturdular. Kız da önce Tarık'a ardından da kendine yemek servisi yapıp oturmuştu. "Daha iyi misin, delikanlı?" Erdem Bey'in kendisine doğru eğilerek konuşmasıyla sevinmişti. Ortaya konuştuğu zaman kısık sesli cevap vermek zorunda kalıyordu. Adam yakında kendisinin dilsiz olduğunu düşünmeye başlayacaktı. O yüzden kendisine eğilmiş olan adama o da biraz yaklaştı. "Daha iyiyim efendim, sağ olun." Omzuna iki kere peş peşe vurarak tekrar geri yaslandı Erdem Bey.

Herkes ana yemeğe geçince kendisi de önündeki yemeğe odaklandı. Fırında tavuğu da çok severdi. Kocaman bir parça yine tabağına yerleştirilmişti. Hoş, herkesin ki oldukça büyük gözüküyordu bu sefer ama bu da Tarık'ın moralini bozmadı. Yemeğine odaklandı. Yemeğin ortasında Erdem Bey sofranın ortasındaki börek ve sarmalardan da almasını tembihleyince kıramadı. Onlardan da ikişer üçer tattı. Midesi bayram yeriydi. Kalbi gibi... Yemeğin sonuna doğru midesinde hafif bir sızlama baş gösterdi. Çok yediğine dair alarmlar vermesi normaldi. Zorlamıştı kendisini ancak boynundan başlayan bir yanma, ellerinde hissettiği kaşınma pek hayra alamet gözükmüyordu. Sakin olarak yanındaki bardağına uzandı. Bir yudum su aldığında Serkan'ın şaşkın ve endişeli sesini duydu. "Tarık, iyi misin?" Elleri de titriyordu şimdi. Kaşınma ve yanma hissinin arttığını hissetti. Ardından gelen tıkanma hissi de pek yardımcı olmuyordu doğrusu. Elindeki bardak kaydı. Nefes alışveriş çabaları sıklaşsa da alıp verebildiği soluk sayısında azalma mevcuttu. Üstelik bu tıkanma Atom'u gördüğünde olan o tatlı, hop hop hissinden de değildi. Ne yemişti? Domates çorbası, tavuk, sarma, börek, patates, salata, yoğurt... Emindi karabiber yoktu. Erdem Bey'in alerjisi mi var soruları havada uçuşurken Serkan'ın telaşlı sesi karabiber miydi kekik miydi emin olamadığı bir şeyler sıralıyordu. Şu halde bile Atom'un sesine kulaklarının bir seçiciliği vardı. Çorbaya koymuştum diyen telaşlı sesini dibinde hissetti. Ona dokunuyor muydu? Gözleri artık kapalıydı. Onun için endişelenmiş miydi? Bir koltuğa yatırıldığını hissetti. Erdem Bey Atom'a bir şeyler tembihliyordu. Bilinci sonrasını algılayamadı. Beyninin son işlevi kolundaki narin ellerin uzaklaştığını hissetmesiydi.

SONDAN BAŞAWhere stories live. Discover now