"Selam," dedi yanıma geldiğinde. Günlerdir bu sebeple vücudumda olduğunu bile fark etmediğim stres, sesini duyduğumda çoktan kaybolmuştu.

"Ne zaman geldin?" diye sordum. Açıkçası yarın burada olur diye düşünmüştüm. İki haftadır mesajlaşmalarımız olmuştu ama daha çok paketlerini alıp almamamla ilgiliydi.

Kolundaki saate baktı bir süre. "Sanırım 40 dakika önce JFK'e iniş yapmıştık." Söylediğine inanamayarak baktım.

"Uçaktan iner inmez buraya mı geldin? Beni nasıl buldun?" Kafasıyla Kevin'ı işaret ettiğinde benim kurallarıma uyması gereken bir çalışanın sürekli başkalarını dinlemesine sinirlenmeden edemedim.

"Seni görmek istedim," diyerek omuz silkti. Tepkimden korkar gibi bir hali vardı. Benim ise kafam karışmıştı. "Daha önce New York'a gelmek için hiç can atmamıştım." Söylediği şey kalbimi sıcacık yapmıştı. Ama cevap veya bir tepki veremedim ona. Çok fazla duvar örmüştüm hayata karşı. Bunları bazen kendim bile aşamıyordum.

"İster misin?" diye sordum churro çubuğumu ona uzatarak. Öylesine yaptığım teklifimi reddetmeden churro olan elimi tuttu ve göz temasımızı kesmeden kocaman bir ısırık aldı. Tenini tenimde hissetmeye nefes almak gibi ihtiyaç duyduğumun farkında bile değildim o ana kadar.

"Akşam yemeği yedin mi?" Lokmasını bitirmeden konuştuğunda hâlâ ağzını izliyordum. İnanılmaz bir şölendi. Sorduğu soruyu algılamam için ise birkaç saniye geçmesi gerekti. Neden bunu sormuştu ki? O gittiğinden beri çok mu zayıflamıştım acaba? "Evime gel. Yemek yiyelim."

"Neden?" dedim şaşkınlıkla. Asıl şaşırdığım şey beni eve çağırıyor olması değil, bu teklifini neredeyse hiç düşünmeden kabul edecek olmamdı. Beni istediği yere istediği zaman götürmesini dileyecektim utanmadan. Bir daha kıyafetlerin bile fayda etmediği şekilde günlerce üşümek istemiyordum. Bunların hepsini ona söylemek istiyordu bir yanım. O yanımı duruşumu dikleştirerek çok derinlere bastırdım. O yanım güçsüzdü. O yanımı korumak zorundaydım.

"Seni beslemek istiyorum," dedi yumuşacık bir sesle. Söylediği şeyle daha önce olduğu gibi libidom yükselmemişti. Çünkü çok saf bir duyguyla söylediğini hissedebilmiştim. "Seninle yemek yemeyi özledim." Kendime engel olamadan ani bir tepki vererek ondan uzaklaşma ihtiyacıyla dehşet içinde bir adım geriledim. Kontrol edemediğim dehşet ifadem onu da telaşlandırmıştı. Geçtiğimiz on gün boyunca benim de aynı şeyleri hissetmemin bir önemi yoktu şu an. Ona hiçbir şeyi sesli söylemediğim sürece güvende olduğumu düşünmüştüm ben. Onun sözcüklerinin üzerimdeki etkisini hiç hesaba katmamıştım. İçimde bir şeyler deli gibi korkuyordu. Korkumu gözlerimden izlerken teklifini geri çekmedi. Son cümlesini geri almadı. Telaşına rağmen benim cevap vermemi bekledi. Cevap veremedim bir süre.

Keşke aramızdaki şeyleri benden bile gizlemenin bir yolu olsaydı. Ben bilmek istemiyordum. Onun duygularını kelimeler halinde dinlemeye hazır değildim henüz.

Teklifi için durum değerlendirmesi yapmaya zorladım kendimi. Büyükannem, Ryan ve onun arasında bir tercih yapmalıydım. İlk ikisini buraya gelirken elemiştim zaten. Ama yine de onunla gitmeyi hemen kabul edemiyordum.

"Ben zaten yiyorum," dedikten sonra churroyu ona gösterip bir ısırık daha aldım.

"Akşam yemeği değil," diyerek kaşlarını kaldırdı. "Evimde full course akşam yemeği var."

"Indigo'da da yemek yeniliyor." İtirazıma karşılık gülümsedi. Gülümsemesinin az önceki dehşetimi unutturmasına izin vermedim.

"Evet ama evimdeki yiyeceklerin israf olmasını istemiyorum." Gerçekten israfı önemsiyor gibiydi fakat asıl önceliğinin israf olmadığının farkındaydım. Ona hayır cevabı veremediğim için beni ikna etmeye çalışıyordu. Dehşetimin bile onu reddetmeye yetmediğine inanamıyordum.

İTAAT (Değişim #1)Where stories live. Discover now