O an anladım. Onu kendi kafamın içine almıştım. Böylelikle tepkisiz bedeninin ardında kalan acılı ruhunun ölmemek için çırpınışına şahit oluyordum. Agiel ondan bilincini değil sadece hareket etme yetisini almıştı. Söylediğinin aksine hançeri ona saplamam durumunda her şeyi hissedeceğini ve tüm acıyı doruklarında yaşayacağını biliyordum.

Labradorit'in içimdeki feryadıyla ne zaman kapandığını bilmediğim gözlerimi açtım. Hançerin göğsüne dayandığı noktadan bir damla kan incecik bir çizgi halinde süzülüyordu. Dev bir farkındalıkla beni saran kollardan kurtuldum ve arkamı döndüm.

Hançeri havaya kaldırdığımda bu defa hedefim Agiel'ın göğsüydü. Fakat çok geçmeden bileğimi havada yakaladı. ''Sana yardım etmeye çalışıyorum.'' Ona saldırmama şaşırmış gibi görünmüyordu.

''Beni ele vereceğine dair imaların ve kurbanımızın acı çekmeyeceğini öne süren yalanlarınla mı? Kalsın.''

Gözleri kısılmasına rağmen ifadesi okunmaz haldeydi. Bileğimi ters açıyla bükünce hançer avucumdan kayıverdi. Aşağıda kopan kıyametleri işitebiliyordum. Sanki bir şey sağı solu yara yara bize doğru geliyordu. Aynı anda kapının dışından gelen gürültü patırtıya döndük. Agiel sessiz bir lanet mırıldandı.

Benim aksime onun nefesleri düzenliydi. Aniden hançere uzanınca kendimi Labradorit'in bedeni önüne siper ettim. Büyümün kadife duvarlarında korkudan çileden çıkmış ruhunu görür görmez ona zarar veremeyeceğimden emin olmuştum.

Korumacı bir tavırla iki yana açtığım kollarıma bakınca burun delikleri genişledi. ''Öfkelenebildiğini bilmiyordum,'' dedim alaylı bir ses tonuyla. Dudağının kenarı neşeden uzak bir ifadeyle yukarı kıvrıldı. Yutkundum. Gördüğüm en karanlık gülümsemeydi. O an ölümcül yanının bir gölge gibi çevremize dolandığını hissettim.

Başını omuzuna doğru yatırdı. ''Ben de bir vicdanın olduğunu.''

''Senin aksine.''

Gürültüler olabildiğince yakından gelmeye başladığında hançerini kemerine yerleştirdi. Bir an kolu belime dolanırken sonraki an bizi dolabın içine itiyordu. Hepsi ancak bir nefes süresi kadar kısa zamanda olmuştu.

Şaşkınlık çığlığını yuttum.

''Gladyatörlerden dolaba girerek mi saklanacağız? O yaratıkların üst düzey algılara sahip olduğuna bahse girerim.'' Dolap dardı. Onun sırtı kapaklara dayanırken ben tam karşısında dolap ile onun arasında sıkışmıştım. Başımı yukarı kaldırarak burnuma dolan sıcak havadan kurtulmaya çalıştım.

Yaslandığım yerin ardındaki odadan ve alt kattan yükselen çığlık sesleri kakofoni oluşturuyordu. ''Söylemen iyi oldu.'' Diye fısıldadı. Avuçlarını kalçasının yanında, dolap kapaklarına yapıştırdıktan sonra derin bir nefes çekti. Dolap storların arasından sızan ışıkta şakağından süzülen ter damlasını görebilmiştim.

''Ne yapıyorsun?'' dedim. Gözlerim eski komşumuzun çatı katındaki disko ışıkları gibi dönüyordu. Hızlıca ve hiçbir köşeyi es geçmeden. Onu sadece haftanın özel günlerinde yalnızca kendisi için çalıştırdığını iyi hatırlıyordum. Bu yaşımda bile o günlerin özel olacağına gece yarısı eline kadehini alır almaz karar verdiğine yemin edebilirdim. Ama o herkesçe böyle zevkleri olamayacak kadar yaşlıydı ve büyük ihtimalle şimdi bedeni toprak altında çürümüş ya da şömine üstünde kibar bir vazo içine tıkılmıştı. Kör talih.

Gençliğin kıymeti hiç bilinmiyordu.

Ayrıca Agiel'dan cevap gelmemişti.

Neredeyse duyulmayacak kadar kısık bir çıtırtı ile düşüncelerime ara verdim. Dolabın iç yüzü, Agiel'ın elini koyduğu yerden itibaren küçük dikenlerle kaplanmaya başlamıştı. Sivri ve ölümcül çıkıntıları olan bir duvar gibi. Biraz sonra Agiel'ın neden ter içinde kaldığını anladım. Bu onun büyüsüydü ve dikenleri dışarısıyla aramıza duvar örerken sivri uçları kendi sırtını hedef alıyordu.

FANTOM ETKİSİ doğa dönüyor Where stories live. Discover now