Beni ona ulaşmaktan alıkoyan tek şey artık beni istemediğini bilmemdi. İstemiyordu işte, ne diye kabullenmeyi bu kadar erteliyorsam... Ben onu olduğu gibi her şeyiyle, günahlarıyla kabul ederken o beni yanında istemiyorsa ne diye arkasından bakmaya devam ediyordum? Bunları düşündüğüm her seferinde içime ölgün bir boşluk doluyordu çünkü kendimi kandırma konusunda ne kadar kötü olduğumu zihnim karşıt düşüncelerle anında önüme sürüyordu.

Annem ile yaptığım zorunlu telefon görüşmelerinde ona her şeyin yolunda olduğunu hissettirmek en zoruydu. Bir terslik olduğunu anlıyor ve anlatmam için üsteliyordu ancak ağzımı bu konuda bıçak açamazdı. O korkunç geceyi kalitesiz bir silgi ile silmiş ve çıkmayan izleriyle birlikte zihnimin karanlık odalarına kilitlemiştim. Birilerine anlatmam, arada bir beni yoklayan kâbusların kilitli kutularını açmam demekti ki buna hazır değildim.

Son günlerde, dördüncü haftayı yaşadığım bu günlerde ise özlemimin acısı katman katman kalbimi sarmıştı. Ancak kabullenmiştim. Acı ile yaşamayı ve ona rağmen arkadaşlarım ile konuşmayı başarabiliyordum. Kelimeler artık ağzımdan cımbızla çıkmıyor, ilgimi uyandıran bir konu olduğunda kendiliğinden dökülüyordu. Son durumda Oğuz ve Pelin toparlanmışlardı, hatta Pelin kendine eğlence çıkarmak için sınıfın çalışkan öğrencilerinden Ezgi'yi Oğuz'a ayarlamaya çalışıyordu. Bu onun başa çıkma yöntemiydi belki de. Oğuz ise kıza son derece kaba davranıyor, kızı gördüğünde yolunu değiştiriyordu. Ezgi'nin de Oğuz'a bayıldığı pek söylenemezdi ancak Oğuz ona kötü davrandıkça, kızın yavaş yavaş ona hayran olmaya başladığını görebiliyordum. Tabii bunlar sisli düşüncelerimden ve Deniz'e duyduğum özlemin acısından kafamı kaldırabildiğim nadir anlarda fark ettiğim şeylerdi.

Emir ise o geceki buluşmadan sonra ortalarda iki haftalığına görünmemişti. Geri döndüğünde ise yüzündeki yaraların büyük ölçüde iyileşmiş olduklarını görmüştüm. Sadece dudağındaki iz duruyordu. Beni öptüğü için Deniz'in ona biçtiği cezayı bir süre daha üzerinde taşıyacağı belliydi. İşte, sevdiğim adam böyle biriydi.

Birbirimizi gördüğümüzde farklı yönlere gidiyorduk. Sessiz bir anlaşmayla birbirimize zaman tanımıştık. Yaralarımız iyileştiğinde ve kendimize geldiğimizde olanları konuşabilirdik ama şimdi değildi.

"Ekin elimin tersindesin, yemin ediyorum bir koyarım asacak suratın kalmaz."

Cümlenin sahibi anlayışının sonuna gelmiş Oğuz'du. Onu biraz tanıyorsam bana fazlasıyla sabır gösterdiğini biliyordum ama sanırım artık sonuna gelmişti. Haftalardır asık bir suratla oturmam en çok onları yoruyordu ancak içimden bir şey yapmak gelmiyordu. Ona gözlerimi devirdim ve elimdeki su şişesiyle oynamaya başladım.

"Gelmeyeyim demiştim, siz zorladınız," dedim yorgun bir sesle. Bana kalsa yurduma gider, günlük ağlama ritüelimi gerçekleştirirdim ama Pelinle ikisi beni zorla bu aptal kafeye getirmiş, normal hayatıma dönmem için ikna etmeye çalışıyorlardı.

"Biliyorum zor ama yapma böyle," dedi Pelin elini elimin üstüne koyarak. Bakışları üzgündü. Ona zoraki bir gülümseme yolladım.

"Sizin de dertleriniz var, benimle uğraşmak zorunda değilsiniz," dedim. Bunun üzerine Pelin yüzünü üzüntüyle astı.

"Uğraşmak ne demek canım? Sen böyle üzgünken nasıl seni görmezden gelirim?"

"Aslında bırakalım depresyonda takılıp bileklerini kessin. Sonuçta sevgilisinden ayrılan ve aşk acısı çeken ilk insan," dedi Oğuz, acımasız bir yorum yaparak.

Pelin omzuna vurunca bakınca omuz silkti. "Haklı," dedim. "Ayrılmamızı atlatamıyorum."

"Neden ayrıldınız bir anlatsan?" dedi Pelin belki yüzüncü kez sorarak. Kafamı iki yana salladım.

Buzun FısıltısıWhere stories live. Discover now