O gün ilk defa bana keşke gülümsemeseydi dedim.

Yıllardır özlem duyduğum babam, kendine adeta yeni bir evlat bulmuştu ve bu benim en yakın arkadaşımdı. Gerçi artık en yakın mıydık bilmiyorum..

Natasha elinde büyük bir battaniye ile yanıma geldiğinde hızlıca üstüme sardı. Babam bu sırada homurdanıp önüne dönmüş, Peter'ı dinlemeye devam ediyordu.

"Happy'i arayabilirdin. Ya da Steve'i."

"Aklıma gelmedi." Diyerek omuz silktim. Doğru söylüyordum, maruz kaldığım manzara o kadar çok ağırıma gitmişti ki gurur meselesi yapmışytım adeta. Tam bu sırada sarsılarak hapşurdum.

Natasha endişeyle omzumu sıvazlarken öne gelen saçlarımı arkaya doğru itekledim.

"Odama gidebilir miyim?" Sesimin titrememesini umarak konuştuğumda rahatladım. Natasha baktığım tarafa bakıp karşımdakileri fark edince derin bir iç çekti. Kafasını salladı. Ben merdivenlerden hızlıca çıkarken bakışlarımı üstümde hissediyordum.

Odama girdiğim an kendimi yatağa attım. Üstümden kayıp giden battaniye umurumda olmamıştı. Birkaç dakika öylece tavana bakarak düşünmeye çalıştım. Ama sanki beynim karanlığa gömülmüştü, düşünmek istediğim hiç bir şey yerinde değildi.

Cızırtılı bir sessizlik. İçimde var olan küçük kıvılcımın üstüne su döküyor, ama sönmüyor. Aksine, alevleniyor. İçim yanıyor, her bir parçam milyonlara bölünüyor. Ya da sadece öyle hissediyorum.

Uçsuz bucaksız karanlıkta bir yıldız kadar ışık saçıyorum, kalbimin en derinliklerinden çıkan kıvılcım önümde mucizeler yaratıyor.

Karanlıkta huzur dolu bir ses, hissediyorum ama beni tek korkutan şey onun varlığı.

Kendimden korkuyorum, karşımda boşlukta öylece havada duran ışık huzmesi büyüyor. Çığlık atıyorum, sesim boşlukta yayılıyor mu, kafamda mı yankılanıyor anlamaya çalışıyorum.

"Yeter!" Ciğerlerini delen çığlık, karanlıktakinin hoşuna gidiyor gibiydi. Gülümsediğini hissettim.

"Bana yardım ediyorsun." Her bir zerresi alev alev yanan yüzüm buruştu.

"İstemiyorum, bırak beni. Sonsuza kadar böyle kalayım ama canımı yakmayı kes!" Küçük bir kıkırtı duyuyorum çığlıklarımın arasında.

"Ama bunu benden sen istedin, Amaris." 

"Amaris. Hey, uyan!" Sarsılan vücudumla yüzümü buruşturup gözlerimi araladım. Nefes nefese kalmıştım. Sırtımdan deli gibi terler akıyordu. Steve'in yardımı ile doğruldum. Nefeslerim yavaş yavaş düzene girmişti ama gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmam uzun sürecek gibi duruyordu.

"İyi misin? Sayıklayıp titriyordun." Steve, omuzlarımdan sıkıca tutmuş, kabusun etkisinden çıkmamı bekliyor gibiydi. Hafifçe kafa salladım.

"Evet, sadece bir kabus." Dedim fısıldayarak. Kırık kolumu biraz fazla sıktığını hissettiğimde gözlerimle onu işaret ettim. Alçı hâlâ ıslaktı, demek ki uyuyalı çok olmamıştı.

Steve alçılı kolumu hafifçe sıkmayı bırakıp beni kendine çekti. Bir eli ile başımı tutarken diğer eliyle sırtımı destekliyordu.

"Beni bırak, sen nasılsın?" Dedim geri çekilerek. Yatakta biraz yer açtığımda ucuna oturdu. Bana bakmıyordu.

"Bilmem." Derin bir nefes aldığında kaşlarımı çattım.

luz de la luna || marvelWhere stories live. Discover now