Annem bu fikirden ne kadar nefret etse de, yazın sonunda Jamie ile ülkeden ayrılacaktık. Bu geçtiğimiz zaman içinde Thompsonlar'ın ne denli benimle ilgilendiklerini, neden Jamie'ye güvenmesi gerektiğini ve gezimizin çok kısıtlı olacağını söyleyerek geçirmiştim. Oysa Jamie'yi hayran olduğunu ve Oliver'a ziyade onu seçeceğini düşünürdüm ama bu evlilik fikrine bayılmıyor görünüyordu.

Yine de Jamie de nasıl kendini sevdireceğini biliyordu. Anneme gezilerinden ithal kumaşlar getiriyor, her kahvaltıda çok sevdiği limonlu kekle beliriyor ve beni önemsediğinden durmadan bahsediyordu. O kadar ki- bazen sadece bir rol olduğunu ben bile unutuyordum.

Elbet, son karar ne annemin ne de benimdi.

Merdivenlerden inerken biraz gıcırtı olunca Jamie koridora geldi. Tam karşımda durup, Luni'yi geride bırakarak beni selamladı. Luni onu görebiliyor diye bu centilmen rolünü üstlendiğini biliyordum. Gülmemek için dudaklarımı bastırıp ona karşılık verdim. Dünyam bir cehenneme dönüyor olsa bile Jamie çoğu zaman işleri daha çekilir hale getiryordu. İyi bir dost, iyi bir ortaktı.

Şimdi tam karşımda, ben birkaç basamadığın üstünde dururken gözlerimiz aynı hizzadalardı.

"Bayan Griffiths. Beklediğimden daha uzun süredir uyuyorsun."

"Hala sabahın erken saatlerindeyiz, Bay Thompson." Başını sallayıp tekrar içeriye baktı. Luni'yi göremeyince de omuzları rahatlıkla gevşedi. "Ne kadar uzun süredir uyanmanı bekliyorum, biliyor musun?"

"Hayır."

Geceliğimin uzun, lastik, kayışını çekip bırakınca basamakların üstünde tökezleyip halıda durmak zorunda kaldım. Bana yukarıdan bakmak her zaman hoşuna gidecekti. Çenem göğsüne çarpınca yüzünde beliren gülümsemeden anlamak çok netti.

"Neden geldiğimi merak etmiyor musun?"

"Yine anneme yalakalık etmeye?"

"Bunu kendim için yapıyormuşum gibi konuşma."

"Üzgünüm, haklısın." İçindeki gömleğin düğmeleri fırfırının içinde kaybolduğundan düzeltmek için uzandığımda çenesini kaldırıp görmemi daha kolaylaştırdı. "Babamla tanışacağın için heyecanlı mısın?"

"Babanı tanıyorum zaten."

"Evet. Ama artık Londra'da değilsiniz. Üstelik hayatında kaç kez bir adamdan evlilik için izin istedin?"

"Hmm. Sadece Londra'dakileri mi sayıyoruz? Yoksa tüm İngiltere mi? Yoksa tüm hayatı— AH!"

Yakasındaki düğmeyi sıkınca yüzü ekşidi. O bu konuyu ciddiye almıyor olabilirdi ama benim için önemliydi. Jamie ile ne kadar romantik anlamda bir birleşme sağlamayacak olsak da babamın seçimlerimi onaylamasına ihtiyacım vardı. Jamie'yi sevmesini istiyordum. Yalnızca arkadaşının oğlu olduğu için değil. Hayatımın hayalini gerçekleştirmek için bir anlaşmanın koşulu olsa bile benim tercihimdi ve bunun babam tarafından beğenilmesini istiyordum. Babam, bu hayatta örnek aldığım ve olmak istediğim kişiydi.

Diğer yandansa suçluluk duygusu beni bitiriyordu. Jamie'yi ne kadar seversem seveyim, ona aşık değildim. Gerçek birer eş olamayacaktık. Belki babam aklı yüzünden birçok kez deli ünvanını almıştı ama aynı zamanda da- bir zamanlar- anneme olan hislerinden dolayı da doğmuştu bu isim. Aklı kadar kalbine da saygı gösteriyordu. Anneme olan bağlılığının boyutunu, bunca zamandır birbirlerinden uzak yaşamak zorunda kalsalar bile bir kez dahi sevgilerinde azalma olmamasından anlayabiliyordum.

Bu yüzden, eğer her şeyi bilseydi Jamie'yi onaylamayacağını biliyordum. Çünkü Jamie'yi Jamie olduğu için istemiyordum evlilik hayatımda.

"Gerçekten yakında eşin olacak bir kadınla böyle mi konuşuyorsun?"

Lake in the MoorWo Geschichten leben. Entdecke jetzt