14. Randevu Müzesi

Mulai dari awal
                                    

Hissettiğim endişeyle yatağın üzerindeki elini avuçlarımın arasına aldım. Şu an iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi yaptığını bilmiyordum. Tek istediğim kendine gelmesiydi. Briella durmadan onu kontrol ediyor, sayıklayıp duruyordu. Arada kendi göğsüne elini bastırdığını da görüyordum. O da mı kötü hissediyordu? O kötü hissediyorsa Endymion da kötü hissediyor olmalıydı.

Çaresizlikle parıldadığına emin olduğum gözlerimi, yatağın kenarında dikilen Noris'e çevirdim. Bakışlarının Endymion'un elini tutan ellerimde olduğunu o an fark etmiştim. Ona baktığımı anlayınca gözleri bana doğru döndü. Güven vermek ister gibi yavaşça gülümsedi.

"Kötü bir şey olsa şimdiye kadar fark ederdik," dediğinde, Briella umutla ona baktı. "Sakin olup bekleyelim."

Ona güveniyordum. Bunları bizi sakinleştirmek için değil de gerçekten böyle düşündüğü için söylüyordu.

Dakikalar geçmeye başladı. Dakikalar ilerledikçe değişen tek şey oturma şeklim, duruşum ya da nereye baktığımdı. Sonra saatler geçmeye başladı. Saatler ilerledikçe değişen tek şey odaya girip çıkanlar ve yine benim duruşum ile nereye baktığımdı.

Noris odaya giriyor, sessizce bir kenarda duruyor, sonra da odadan çıkıyordu. Tekrar geldiğinde ise üzerinde farklı kıyafetler vardı. Briella onun aksine sessizce durmuyordu. Bazen ağlıyor, bazen kendi kendine konuşuyor, bazense yatakta aynı şekilde uzanan adamı kontrol edip duruyordu. Onun da kıyafetleri her odaya girişinde değişmiş oluyordu. Bunun sebebi dakikaların değil, saatlerin, ardında günlerin geçiyor olmasıydı.

Üzerimdeki kıyafetler üç gün öncekiyle aynıydı. Hâlâ o gecelik ile yatağın kenarında oturuyordum, yerdeydim. Soğuk mermer zemin bacaklarıma yapışmıştı, gözlerim kurumuştu. Kurudukları için içleri ateş gibi yanıyordu. Ellerimi yüzüme kapatıp bir süre bekledim. Sırtım boyunca uzanan ağrım, artık dik durmamı zorlaştıyordu. Yüzümü sıvazlayarak ellerimi yüzümden ayırdım. Gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum.

Başımı dik tutmak zor geldiğinde artık kendimi tutamayacağımı anlamıştım. Başım yatağın kenarına doğru düştüğünde bunu engelleyemedim. Göz kapaklarım birbirine tutundu. İçimde tetikte olmamı söyleyen o sesi de duyamıyordum, seslendiğini biliyordum ama yine de duyamıyordum.

Ne kadar süre o şekilde kaldığımı bilmiyordum ama şimdi kulaklarımı dolduran tok bir ses vardı. Uykunun çıkmaz sokağında dingin bir ruhla yürüyordum ve o ses ılık bir rüzgâr olup bedenimi sarıyordu. Ses daha yakından gelmeye başladığında, çıkmaz sandığım sokağın ucunda bir ışık yanmıştı. Şimdi o ışığa yürüdükçe uykunun sokağını terk ediyordum.

Göz kapaklarımı yavaşça açtığımda uyumadan önceki o ağrı hâlâ gözlerimdeydi, gözlerime vuran ışık da ağrının şiddetlenmesine neden oluyordu. Sakince esnediğim sırada o sesin hâlâ etrafımda olduğunu fark edip duraksadım. Şaşkınlıkla başımı kaldırdığımda, onun yüzümü izleyen gözleriyle karşılaşmıştım. Gözlerimin içine bakarken mırıldanmaya devam ediyordu. Bildiğim beş dil vardı, dil öğrenmeyi seviyordum. Bir dönem fazla dil bilmenin havalı olabileceğini düşünsem de sonrasında bu tamamen kendi isteğim ve merak duyduğum bir şey olmuştu. Bunlar haricindeki dilleri bilmesem de aşinaydım, mırıldandığı kelimelere anlam veremiyordum. Tek bildiğim beni sakinleştirdiğiydi.

"Uyanmışsın," dedim şaşkın bir sesle, benim konuşmamla o da mırıldanmayı kesmişti.

"Gardiyanların da tatile ihtiyacı oluyor," dedi, sesi yeni uyanmış gibiydi.

"Şakanın sırası değil," deyip yavaşça doğruldum. "İyi misin? Bir şey hissediyor musun?"

Sırtını yatak başlığına yaslayarak ellerini öne doğru uzattı, bir elini karnına bastırıp yüzünü buruşturdu.

AKREBİN KALBİ / KİTAP OLUYORTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang