40. Bölüm: SAVAŞ ÇIĞLIKLARI

En başından başla
                                    

Artık varlığından eskisi kadar çekinmediği kan kırmızı saçları yerleri süpüren büyüleyici kadın yanına bir hayaletin sakinliğiyle sokulduğunda saç diplerine kadar bir ürperti sardı bedenini. Yaşam özü coştu, kadının güzelliğine ve kudretine şarkılar söyledi. Kan kırmızı okyanusların çalkalandığı gözlerine bakabilmek mümkün değildi. Aklını yitirirdi.

"Yine karamsar düşüncelerin batağında yüzüyorsun çocuğum," diye cıvıl cıvıl bir sesle şakıdı kadın, "Diyarı izliyorsun, onu gözlüyorsun ama yanlış bir açıdan bakıyorsun. O acıdan, kederden, ağır sorumluluklardan, felaketler saçan güçlerden meydana gelmiş; acımasız bir yazgının pençesine takılmış bir kurban değil."

Yaşlı adam, uzun sakalını sıvazladı. Gölgeler yüz hatlarına yavaşça çöktü. O kızı gerçekten seviyordu. Bir zamanlar karısından doğmasını istediği bir çocuğu sevebileceği kadar seviyordu hem de. Öfkesinden hazzetmiyordu ama anlıyordu. Kibri ve küstahlığı tahammül edilemezdi ama anlıyordu. Tanrıçasına ve ona duyduğu geçici nefret canını yakıyordu ama anlıyordu.

"Neredeyse kaybediyordu; merhameti, cesareti ve fedakarlığı. Neredeyse düşüyordu. Neredeyse korktuğumuz bir şeye dönüşüyordu. Çok fazla kan kaybetti, çok fazla kin sardı yüreğini." Kadının sadece çıplak ayaklarına bakabilecek kadar kaydırabildi bakışlarını. "Kurban değil ama hak ettikleri de bu değil."

Kadının kıkırtısı Edarnol'u ayağa kaldırdı. Neşelendirdi, yaşamı buralara kadar taşıdı.

"Kader bize ait olan yıldızlara kazındığında, zaman tutunamayanları eler. Zaman ömür biçmeye karar verdiğinde, kader bize ait olacak başka yıldızlara doğru akar. Çocuğun ve diğerlerinin yıldızları başlangıçtan beri sonsuzlukta bekliyor. Parlak ve karanlık; hak ettikleri ve lanetleri. Onun ne olduğunu ve ne olacağını biliyorsun. Canavar ya da kahraman; yıkım ya da yeniden doğuş. Bir eş, bir âşık; kurtarıcı ya da yok edici." Boşlukta ağırlıksızca süzülen çok kısa bir anda durdu, kadının ilahi nefesi adamın ensesini vurdu. Fısıltısı, bir âşık gibiydi. Kan gibi. "Kefaretlerimiz bekliyor, hepimizi."

Yaşlı adam buz kesti. Sesindeki tını, çarpıcı bir çekiciliğe sahipti. Bakışlarını biraz daha yukarıya kaydırma cesaretini gösterdi ve uzun süt beyazı, ışıl ışıl ellerine baktı. Yumruk halini almışlardı, öfkeli miydi? Korkmuş muydu? Yoksa canından olan bu kıza muzaffer bir minnet mi duyuyordu?

"İblis Soyu artık onun yaşamının ve ruhunun bir parçası. Kaderleri cüretkarlıklarıyla iç içe geçti. İhtimalleri biliyoruz ama ne olacağını seçemiyoruz. Yıldızlar beklemiyor, sustular, konuşmuyorlar. Kaderleri bir kere daha kehanete doğru akıyor. Peki ya şimdi ne olacak?"

Kadın pembelikle parlayan uhrevi teninin hiçbir karışını örtmeyen ipekten elbiseyle süzülerek karşısına geçti. Pencereden bakma, sadece inan der gibi. İzleme, sadece olacakları bekle, der gibi. "Şimdi çocuğum, en iyi bildiği şeyi yapacak."

Adam başını biraz daha kaldırdı, kadının boyu uzundu bu yüzden kiraz rengi kanla ıslanmış gibi dudaklarıyla denk düştüğünde bile boynunu arkaya doğru atması gerekmişti. Yanakları kızardı, kendini günahkâr hissetti. "Nedir o?"

"Savaşacak."

"Kan ve gece, yeni bir gelecek yazacak... Biz de böyle haykırmamış mıydık, kıyametten hemen önce, kız kardeşim?" Odanın içine boğuk ve yıldırımların kükreyişini andıran sesle kör edici bir karanlık çöktü. Yaşlı adam arkasını döndüğünde, tanrıça kan kırmızı saçları ateş gibi parlarken çoktan önüne geçmiş ve gelen erkekle arasında durmuştu.

"Kadınının yanında ol erkek kardeşim, sen buraya yasaklısın."

Tanrıçanın sesi yaşlı adamı sindirdi, adımları geriledi. Ama o kadının elçisiydi, onun sağ kolu ve bu diyarın rehberi. Gelen erkeğe bakma cüretini gösterdi. Gözleri yanmış gibi hızla başını önüne eğdi, gördükleri ona yeterdi. Kim olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi.

Gecenin kendisi, karanlığın iblisi. Katran karası saçları dumanlıydı, damarlarında fokurdayan iblis kanı derisinin üzerinde dolaşıyordu, çarptıkça etrafına fırtınalar saçan kalbini duyabiliyordu.

"Kehanet nihayet benim soyumda da canlandı. Senin kanın, benim iblis soyuma karıştı. Zifirieşler birbirlerini buldu, büyük bir günah işlendi bu uğurda," dedi Kara Savaşçıların tanrısı Zatafne.

Tanrıçanın cilveli sesinden hafifçe tebessüm ettiğini anlayabiliyordu yaşlı adam. "Cezalandırma peşinde misin kardeşim? Ölümlü topraklara erişemem ama seni durdurmak, benim diyarımda kolay olurdu."

Yaşlı adam yutkundu.

Ama ne bir fırtına koptu, ne de tanrısal güçler havada uçuştu.

Tanrı kahkahalarla güldüğünde, gölgeler bundan zevk aldı. "Cezalandırmak mı? Kan banyonda fazlaca vakit geçiriyorsun kız kardeşim. Sen aşkı bilmezsin ama ben bilirim. Ve Zifirieşini bulup, onun için bana baş kaldıracak kadar yürekli davranan bir kulumu yalnızca mağrurca izlerim."

Enhrecha ve Zatafne pencerenin önüne geçip, diyarların ötesine baktıklarında yaşlı adam hiç yokmuş gibi gölgelere gizlenip iki tanrıyı gözledi.

"Hatalarımızın telafi edilmesi gerek. Kehanetin bir an önce konuşması gerek .Göksel tarihimiz bir kere tekerrür etti buna bir daha izin veremeyiz."

Tanrıçanın saçları hayalet bir rüzgârla dalgalandı. "Bizden nefret edecekler."

Zatafne, zifiri bir sonsuzluktan ibaret gözlerini gökyüzüne dikti. Ne gördüğünü bilmiyordu yaşlı adam, nereye ve neye baktığını.

Sesi karanlığın dile gelişiydi, cehennemin buzları ve ateşlerinin bu diyara dayanışıydı.

"Görüyorsun kız kardeşim. Kanın şarkısı söylendi, zalim ruhlar son bir dansa davet edildi. Geriye sadece tanrıların umuduna ve savaşın insafına düşmüş bir krallık kaldı."

Ve, ikinci kitabın sonu ...

Zalim Ruhların Dansı (Kanın Şarkısı Serisi 2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin