XXVI. ben gerçekten masum muyum?

107 12 0
                                    

Plymouth'a geleli birkaç hafta olduğunda, o güzel evin ve gölün bana iyi gelmeye başladığını aynaya bakınca bile anlayabiliyordum. Yoongi ile gölün çevresinde yürümek sinirlerimi gevşetiyordu ve bunu hissediyordum. Çok büyük bir göldü Radford Gölü, yürüyerek bir tam tur atmak imkansızdı. Ancak evimizin arka bahçe kapısına yakın kısımlarında dolaşmak dikkatimi epey dağıtıyordu. Kıyıya oturmuş ve terk edilmiş büyük teknelerin çürük iskeletlerinin içine oturup oralarda takılıyorduk, buradaki yerimiz de orasıydı. Yoongi bir sürü kitap okudu orada. Zamanımızın çoğu onun okuduğu hikayeleri bana anlatmasıyla, hatta bazen kitapları sesli okumasıyla geçiyordu. Bunu iyileştirici buluyordum. İçinde oturduğumuz tekne iskeletinin içine sızıp parmak uçlarımıza kadar gelen suyun sesiyle onun hikayeler okuyan sesinin birleşmesi beni sakinleştiriyordu.

Evde ise zaman apayrı güzeldi bizim için. Altın saati yakalar yakalamaz Marceline'e sarılıyordu Yoongi. Tamamen ambiyans için yaşıyordu, perdeleri sonuna kadar açıp turuncu güneşin Marceline'in tellerinin üzerinde yaldızlanışını izlemezse canından can giderdi. Ben kadife kaplı koltuklardan birine oturup onu ve güneşin aydınlatmasıyla uçuculuğu somutlaşan sigara dumanımı izlemekle meşgul olurdum.

Bir gün Yoongi yeni bir iş getirdi bana, çello ve piyano için kısa ve sakin bir besteydi. "Yardım eder misin bana?" dedi, çello kısmını çalmamı istiyordu. Bir süre kendi başıma çalışmalı ve öğrenmeliydim parçayı, uzun zamandır çello çalmıyordum. "Lütfen. Başka kimden isteyebilirim?" dedi bana. Bilerek yazmıştı bu parçayı, sırf beni ayaklandırmak için, biliyordum. Tekrar çalayım ve en sevdiğim meşgalemi geri kazanayım diye. Bahçede çalıştım birkaç gün, zeka sorusu çözer gibi zorlandım önce, çünkü unutmaya başlamıştım nota okumayı. Yoongi'den yardım istiyordum sık sık ama aslında gerek de yoktu, o benim hamlamış olacağımı tahmin edip her şeyi açıklayan notlar almıştı dizeklerin üzerine. Bahçedeki sandalyelerde oturup süs havuzunun yanında çalışırken yatak odasına gidiyor, yatağa yüzüstü uzanıp ayaklarını sallaya sallaya kitap okuyordu daha sonra. Bazen başını kaldırıp bana bakıyordu sakin bir gülümsemeyle, çalmaya dalıp gittiğim için fark etmiyordum bile. "Bir daha çal son tekrarı. Tam olmadı." gibi uyarılarda bulunduğu zaman uyanıyordum. "Röprizden mi başlayayım?" "Evet. Daha sakince ve sonunu daha da uzatarak bitir." Tekrar çalardım böyle dediği zaman, gözünü kulağını benden ayırmazdı. Tatmin olunca yüzü gevşerdi, gülümseyerek kitabına geri dönerdi. Parçayı yeterince çalışmayı bitirdiğime karar kıldığımız zaman piyanoyla birleştirmek için salonda duran piyanonun başına gittik. Kibar kibar çaldı piyanoyu, o kadar yavaş bir parçaydı ki bu, benim için olduğundan adım gibi emindim. Sanki ben alışayım diyeydi, nazikçe gönlümü almaya çalışıyordu küsüverdiğim müzik. Mutluluk ve minnet duydum, parça bittiğinde alçak bir sesle, yürekten teşekkür ettim Yoongi'ye. Sebebini anladı, amacına ulaştığını anladı. Tebessüm ediyordu "Buna ihtiyacın varmış senin."

Gölün kıyısında Geoffrey ve Bianca ile piknik yaptığımız bir akşamüzeri hatırlıyordum. Onlarla hayli samimi olmuştuk, iyi niyetlerinden şüphemiz kalmamıştı. Yere serdiğimiz örtünün üzerinde güzel yaz meyveleri, patates çörekleri, taze peynir ve şu meşhur Plymouth cinlerinden vardı. Geoffrey yediği kirazların çekirdeklerini koyacak yer bulamayınca nasıl olsa doğadayız diye uzaklardaki çimlere atmaya başlayınca Bianca kızdı ona "O ne öyle görgüsüz gibi?! İki dakika bekle, küçük tabak getireceğim." deyip bir koşu eve gitti. Yoongi de ileride çiftin köpeğiyle oynamakla meşguldü.

Geoffrey ile yalnız kalmıştık. "Ne zaman dönüyordunuz siz?" diye sordu bana. "Henüz belli değil." dedim "En fazla birkaç hafta sonra. İşlerimize dönmemiz gerekiyor." "Dönmek istiyor musun?" Güldüm hafifçe "Evimi özledim, ama şahsen burayı bırakasım da gelmiyor hiç. Gerçekten cennette yaşıyorsunuz." "Çok pahalı kasaba değildir Plymstock. Ev baksanıza buralardan." Baksanıza mı? Bir tuhaf hissetmişti karnım. Dönüp yüzüne baktım ne ima ediyor diye, gergin bir kahkaha attım "Niye beraber bakalım canım, ben evimden memnunum. Yoongi istiyorsa kendisi baksın." Gözlerini devirdi. Yok artık... Hiçbir sebep yoktu anlaması için. Yine de benden duysun istemedim, bir şey söylemedim ona. "Ev arkadaşını yalnız mı bırakacaksın burada?" dedi gülümseyerek, kötü bir niyeti yoktu imalı sesinin. Ama tedirgin olduğumu sezmişti "Hak etmiyorsun şu gerginliği yaşamayı." dedi anaç bir sesle "Sen de hak etmiyorsun, Yoongi de hak etmiyor. Nasıl yaşıyorsunuz bu şekilde, sürekli tetikte vaziyette?" Gölün üzerinde yüzen iki üç balıkçıl kuşun duraklaya duraklaya ilerleyişini izlerken mırıldandım "Mecburuz öyle yaşamaya." "Daha az sorun yaşayacağınız ülkeler mevcut dünyada. Niçin gitmiyorsunuz?" Ciddi olup olmadığını anlamak için yüzüne baktım biraz, çok basitti sebebi çünkü "Paramız yok. Yanan evinin yerine yenisini bile alamadık Yoongi'ye. Çok istediği için değil, gerçekten mecburiyetten kalıyor benimle. Zanaatkâr ve sanatkârların hayatı düşünüldüğü kadar kolay değil. Üstüne bir de saf İskoç değiliz. On kat zorlaşıyor her şey. Sevenimiz çok, Tanrı'ya şükür ama bizi sevmeyen de çok." Geoffrey çenesini sıvazladı biraz, Yoongi'yi izliyordu "Çok akıllı çocuk. Kabiliyeti hakkında yorum bile yapamam ama çalışkan da. Bir planı var mı?" "Bir plak şirketinden teklif aldılar Taehyung ile ikisi. Kabul ederlerse belki ünlü olurlar. Öyle kurtarır." "Sen?" Bakışlarımı ona çevirdim "Ne sen?" "E canım, bunlar ünlü olurlarsa Edinburgh'ta tutmazlar ki bunları. Londra'ya götürürler. Sen ne yapacaksın?" Omuz silktim hiç düşünmeden "Ben de giderim peşlerinden. Bırakmam Yoongi'yi." Gülümsedi "Hani 'Rawlins'lerin mirasına sahip çıkacağım, çıkamazsam yazık olur.' diyordun? Yoongi için dükkanı mı bırakacaksın?" Biraz kanıma dokunmuştu dediği laf "Ne ilgisi var canım? Bir çözüm bulurum ben. Londra'ya açarım dükkanı. Kuzgun hayatta olsa anlardı durumumu." Güldü Geoffrey, gençliğime gülüyordu "Öyle olmaz, Namjoon. Hiç düşünmemişsin bu konuyu belli ki. Böyle köklü ve yerleşik dükkanlar başka yerlere taşınınca batıyorlar hep. İnsan unutmaya meyilli çünkü." "E ne yapayım o zaman?" "Yalnız mı çalışıyorsun sen?" "Evet." "Yanına bir yardımcı al. Sen nasıl yetiştirildiysen öyle yetiştir, sonra dükkanı ona bırak. Sonra Yoongi'yle beraber nereye gidersen oraya başka bir şube açarsın. Bu iş böyle yapılır, anladın mı iyice?" Yeterince moralsiz değilmişim gibi daha da umutsuzluğa kapıldım "İyi de ben daha yirmi yedi yaşındayım, benim bir zamanlar olduğum gibi bir çocuğu yanıma alıp dükkanı ona bırakacak kadar iş öğretmem yıllar sürer." "Sen de işleri sıkıntıda olan bir luthier al yanına. Sizin usüllerinize alıştır. İşi büyütmen lazım, Namjoon. Dünya dönüyor, şehirler büyüyor, yok olur gidersin. Asıl o zaman sahip çıkamamış olursun mirasına. Bu işin bilgi birikimi senin kafanda. Mekana bağlı kalmamalısın. Sen artık patronsun, işin sahibi sensin, işveren olman lazım. Bak o zaman sen mi parayı buluyorsun para mı seni buluyor." Çenesiyle Yoongi'yi işaret etti "Sonra onu da alır istersen dünyanın öbür ucuna gidersin. Rahat bir nefes alırsınız sonunda. Sizin elinizde dehşet kıymetli malzemeler var, kullanmayı bilmiyorsunuz."

Marceline " namgiWhere stories live. Discover now