Korkusuzca Kendin Ol!

89 56 30
                                    

         

       Sana değer vermeyenlere üzülmenin bir süresi vardır. O süre bittiğinde kendine saygı duyman gerektiğini öğrenirsin, mantığın konuşur. Kendine saygı duydukça, hak etmediğine inandığın, değersiz hissettiğin yerden kalkıp gitmeyi öğrenirsin. Yürümeyi öğrenmek böyle bir şey.

   Zamanın üzerimde planladığı çok güzel oyunları vardı sanırım . Yoksa beni geçmişten sürükleyip geleceğime dair hayallerimin tam üzerine oturtmazdı. Hissettiğim şey geçmişimde bırakmakta olduğum bir bendi. Sanırım bir sihir gücüm olmuş olsaydı geçmişime takılı kalan ben 'i ait olduğu yerde bırakıp geleceğe yeni bir benle ilk adımımı atmak olurdu. Ve evet benim sihir gücüm yok ama elimde sihir gücü adı altında daha güçlü bir şey vardı. Duygularım... Günden güne kalbimi çürüten duygularım... Her şeyi başlatan zaten onlar değil miydi. Tatlı heyecanın yerini kıpırtılı sevgiye bırakması ardından çok ağır hissettiğim tutkunun yerine hayal kırıklığı ve üzüntünün oturması. Ve sonra öfkeden hiçsizliğe kadar giden bir serüven. Adı AŞK eşittir KAYBETMEK!

Evet kaybetmek çünkü her şeyimi kaybetmiştim. Arkadaşlarımı  dostlarımı, sevdiğimi, ailemi ve her gün parça parça kaybetmekte olduğum yaşam sevincimi. Her şey iyi olacak derken daha da fazla çakılıyordum yere. Darbe aldığım yer dizim olsa da canımın yandığı yer kalbim ve  ruhumu delip kanatan yaralardı.

Yanağımdan akan bir damla yaşı elimin tersiyle silip sümüğümü hışırtılı bir şekilde kazağımın koluna sildim. Hiç bir şey umurumda olmamıştı ki zaten. Umursadığım şeyler bir bir değerini kaybetmişti zamanla. Gerek yoktu. Duygular gibi insanlar da önemsizdi. Gelip geçiciydiler işte.

Yanımda kalan son çikolatayı da elime alıp ısırdım. Nedense hayatımda tek güzel şey şu elimde tuttuğum çikolataydı. Teselli gibi bir şeydi, binevi terapi. İyi geliyordu en azından şimdilik iyi hissediyordum. Ben kendi düşüncelerimin girdabında hem gülüp hem ağlıyorken yanıma birinin adımlarının takip ettiğini duydum. Kafamı kaldırmadan sesin geldiği yönü dinledim. Gittikçe yakınlaşan ses tam yanımda durdu. Ve tam sağ tarafıma güneşin geldiği yönde yüzüme gölge düşürmüştü. Rahatsız ediciydi. Kokusundan anladığım kadarıyla bir erkekti. Neden bir erkek yalnız oturan bir kızın yanına otururdu ki? Sağ tarafa hiç bakmadan toparlanıp kalktım. Tam arkamı dönüp gidecekken seslendi.

"Heyyy baksana ? Sadece ayakkabımın bağcığını bağlamak için oturmuştum."

Ne önemi vardı ki oturmuştu neticede. İnsanlardan nefret ediyordum. Her an sanki içimde kalan son güven kırıntılarını da yok edecek hissi veriyorlardı bana. Biliyorum farklı bir bakış açısı olsa da hâlâ yaşam mücadelesi veren ruhumun yeni bir darbe almasını istemiyordum. Usulca başımı yan çevirdim ve fısıldadım..

" Her neyse kalkıyordum zaten."

Yavaş adımlarla uzaklaştım. Aslında biraz daha oturmak istiyordum kafamın içinde dönüp duran şeyleri toplayıp çıkarıp bölüp yok etmek iyi geliyordu. Düşünmek ne kadar zarar verse de bir şeyleri kabullenmeme  yardımcı oluyordu. Daha sonra yeniden aynı banka oturmayı kafamın bir yerlerine not edip yürümeye devam ettim. Hemen ilerideki  Sağ köşeden dolmuşa binip en arka koltuğa oturdum. Başımı cama yaslayıp kulaklıklarımı taktım. Gözlerimi kapattım. Ve şarkının kalbimin derinlerine inmesine izin verdim.

Eve geldiğimde içimde yine aynı o boğucu hissi hissettim. Bu ev miydi beni boğan yoksa her bir köşesine astığım idam mahkümlarım mıydı? Bilmiyordum. Dudaklarımı büzüp odama geçtim. Evde kimse yoktu. Genelde evde kimse olmazdı böyle güzel havalarda. Annem babam ekmek peşinde abimlerse haytalık. Bense en beteri geçmişte. Herkesin gelecek kaygısı varken benim geçmiş kaygım vardı. Haa pardon geçmeyen geçmiş!

Üstümdeki yırtık ve çamurlu taytı çıkarıp pijama altını hemen üstüme geçirdim ve kendimi yatağa bıraktım. Sanırım yorulmuştum. Biraz dinlenmek iyi gelebilirdi.

  Sarsılarak uyandırıldığımda gerçekten derin bir uykunun kollarında  ve çoktan sabah olduğunu anlamıştım. Yarı uykulu gözlerle annemin ne demek istediğini anlamıyor sadece anlıyormuş gibi kafa sallıyordum. Sonra kafamı yastığa tekrar bıraktım. Derin bir sessizlik. Kaldığım yerden devam etmek istememe rağmen uyuyamıyordum. Yatakta doğruldum. Annemin dedikleri şimdi az çok yerine oturmuş olsa da hâlâ tam olarak ne olduğunu anlamış değildim. Yaylaya gideceklerini biliyordum sadece. Daha iyi ya işte evde tektim. Birden açılan gözlerimle ellerimi birbirine çırptım. Evde tek miydim?

"Laaannnnn evde harbi harbi tektim.."

Yatağın üstünde zıplayarak aynı zamanda bugün neler yapacağımı bağıra bağıra söylüyordum..

" Önce serpme bir kahvaltı, sonraa biraz koltukta televizyon keyfiisi, çikolatalı puding, mısır, cips, kolaaa!! Allahım sana geliyorum. Lütfen lütfen çabucak geçmesin bu Bi kaç gün doymak istiyorum yalnızlığın dibine dibine. "

Sesli bir kahkaha attım. O kadar şey yapmak istiyordum ki? Sanki zaman bana yetmeyecek gibiydi. Hemen kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Bi kaç tane patates soyup böldüm. Karnımın guruldama sesleri derinden  geliyordu, göbeğimi okşayarak " Hey sakin ol dostum birazdan bayram yapacaksın" diyerek onu da keyiflendiriyordum. Kızgın yağa patatesleri döküp ocağın altını kıstım. Hemen ocağa çay suyunu da attıktan sonra dolapta ne var ne yoksa hepsini tezgaha koydum. Evet sanırım bunlar biraz fazlaydı ama hepsinden azar azar koysam hepsini yiyebilirdim keza ben çok açtım. Canım sosis ve salam çekmişti birden bire peyniri ve reçeli tabağa koyarken. Ocağın altını kapatıp, üstüme dizlerime kadar gelen uzun hırkamı geçirdim ve hemen apartmanın  sol tarafında kalan bakkala doğru yavaş yavaş ilerledim. Sonra aklıma gelen şeyle duraksayıp üzerime bir göz attım. Evet pijamalarla biraz garip olsa da en azından tek renk ve çok dikkat çekmeyecek türde gözüküyordu. Aklıma gelen sinsice şeyle sırıttım.

"Madem evde kimse yoktu neden kendim kendime yemek hazırlayıp yorulayım ki?"

"Seni sinsirella" diyen iç sesime omuz atıp hemen geri döndüm. Geçen gittiğim sahil kenarında gördüğüm Cafe tarzı mekana gidecektim. Tam da istediğim gibi bir yerde istediğim gibi bir kahvaltı.

Elimde telefon hem yürüyor hem de instegram hesabıma yeni bir post giriyordum.

"Sevgili günlük, diye başlamak isterdim cümlelerime ama artık günlük tutmuyorum. Haa neden bunu söylediğimi soracak olursan  her gün seni  düşündüğümü artık düşünme istiyorum . Bu benim savaşımdı ve galip ayrılan ben oldum. Uzun soluklu da olsa kazandım tekrardan, kaybettiğim ben 'i. Bir yerlerde varlığımı hatırladığını biliyorum ve sana sesleniyorum eğer duymak istersen,  kabullen artık sen KAYBETTİN bu defa. "

Telefonu cebime atıp. Dolmuşa bindim. Camdan gökyüzünü izlerken birden 27 yaşında kendi hayatımda, kendi düzenimde olduğum bir ben hayal ettim. Bir an önce gel 27 yaşım. Gülümsedim, ve geldiğimi görüp müsait bir yerde indim. Gariptim biraz, kabul ediyordum. Ama inanın bana böyle değildim ben. Her gün özenle yapardım makyajımı. Kıyafetlerimi ütülerdim. Hiç düzensiz değildim. Güzel kokular sürünüp öyle çıkardım evden. Ayakkabılarımda bir leke dahi olsa silerdim. İnsanların bana olan düşünceleri hep önemli bir yere sahipti hayatımda eskiden. Ama şimdi o kadar dağınık ve annemin tabiriyle pasaklıydım ki. Aynaya bile bakmıyordum artık. Kendime olan güvenim sarsılmış, kendi benliğim yok olmuştu. Sokakta adımımı sağlam basamıyordum. Çünkü karşıdan geçen teyze muhtemelen bana bakıyordu, ya da bir amca.

Kafalarında beliren şey hep aynı tabloydu insanların, özenli kıyafetler bakımlı saçlar ve gülümseyen yüzler. Oysa dış görünüş ruhumuzu asla yansıtmıyordu.. Peki ben böyle de gülüyordum neden o zaman sağ tarafımda duran abla bana deliymişim gibi bakıyordu. Benim tarafımdan sen de delisin be abla neden empati kurmuyorsun? Neden sen böyle de çok güzelsin diyerek gülümsemiyorsun bana? Kafamı salladım.

Haklısınız abla bu dünyanın adaleti terazide eşit değil..

LİMONLU ŞEKER Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα