KISIM 2 - BÖLÜM 1: KRALİÇE ARI

9 3 0
                                    


KISIM İKİ:

"UYANIŞ"

içimdeki mağarada

kurumuş ölüler yatar

zehirle gülen zümrüt

ve yakut yatak içinde

bir zaman

beni uğurlamaya gelen

haramiler

içimdeki mağarada

bir yığın kitap var

bakınca yakından

tasvirlerin gözleri oynar

ve konuşur

hepsinin yüzleri benim yüzüm gibi

ve gözleri benim gözüm gibi

Mağara, Asaf Halet Çelebi

1

Avuçlarımın arasındalardı. Karanlığı aydınlatabilecek kadar ışıltılı, birçoğu yabancı ama aklımın tozlu odalarında pusu kurmuş olan yabancı yüzleri. Parmak boğumlarım arasında akışkan hale bürünüyor, kendileri olmaktan çıkıp kalıbıma sığıyor ve mayama karışıyorlardı. Toprak, homurtulu bir titreyişle birlikte bana ayağımın altından kayacakmış gibi yaptıysa da ters köşe oldum. Ayaklarım bir ağacın köküymüşçesine kendini yerküreye sabitledi. Tüm bunlar, bir başka gezegene geçmek gibiydi. Ayağımın tabanından vücuduma dolan ferah, kuvveti yadsınamaz hisle birlikte titreyenin yer değil de ben olduğunu fark ettim. Dengede kalabilmek adına ellerimi sıktım, avcumun arasında sülükler gibi dolaşan yüzler ve kimliklerin sıkımıyla birlikte nefesim daralıverdi. Dünyayı, göğü, denizi, geceyi teker teker hepsinin gözünden görür gibi oldum. Böylece göğsüm, inip kalkış süresince boyutlar arası bir yolculukta kumarını oynadı: Tutunabilmek, ya da tutunamamak.

Her şey onun yeşil gözlerine bakarken oldu.

Gerçeklik uyuşmazlığım var derdim ya, işte nokta konuldu: Tümüyle olan bitenden bağımı kopartmış ve bir başka semada, bir başka fezada süzülürken buldum kendimi. İnsanlık hali birkaç soru takip etti beni: Neredeyim? Buraya nasıl geldim? Bu kadın kimin nesi? Neden böyle hissediyorum? Dahası, kalbim yerinden çıkacak mı? Sanki tenimin altında uyuşan o yerde, akıntısı hiç durmayan bir nehir vardı ve nehrin içindeki renk cümbüşü iki gözümün arasındaki kaynağından çıkıp doğru yolu arıyordu. Kendime güvenip doğru yolu bulabileceğime inandıysam da onun içimde olmadığını anlamak güç olmadı. Avuçlarımdaki herkesten biraz biraz saptığım yolların sonunda; ağacın bende, benim ağaçta bittiğim yerde ve işin aslı bütünüyle de var olmaktan uzaktaydı.

Neler diyordum ben? Neler düşünüyordum? Gözümün önünde arıların belirdiğini, beni bala buladıklarını hatırlıyordum ve sonrası burası... Toprak git gide beni kendine daha da bağlarken, yaşadığım her şey zihnimin dört duvarında deprem etkisi yaratsa da beni, Lara'yı güvende bulmadan edemiyordum. İnsan yok olurken kendini korunaklı hisseder mi? Üstelik en korunaklı olduğu yerde; işinde, evinde, sevgilisiyle, ailesiyle beraber hep yabanda bulduysa kendini? Kim bilecekti gerçi, belki de benim yerim buydu. En büyük bilinmezin kucağı, yuvam; en yabancı olduğum yer, tanıdıklarımın en içteni, çekirdeğiydi.

Tüm bu düşünceler arasında bir şey oldu. Dalgaların sesi yükselir, rüzgârın dokunuşu kuvvetlenir ve görüntüler keskinleşir hale gelmeye başladı. Uykuya dalmak gibiydi, yavaş yavaş bir başlangıç ve ani bir son nitekim bunun uyanış olduğunu söyleyen yanıma yaslanmadan edemiyordum. İki gözümün ortasında, biraz daha yukarıda ısınıp titreşen o şey, bana korkmamamı söyledi. Vücudumun kaskatı durumu, kendini avcumun arasındaki kimlikler gibi erimeye bıraktığında ne şimdi yok oldu ne de gerçeklikten uzaktım. Ne dersin, Lara, diye düşündüm. Belki de somutla soyut birbirine zıt değil; birbirine bulanmış haldeydi. Eğer durum böyleyse, en azından şu anda tam da o yerde olduğumu biliyordum. Bedenim, uzuvlarım hala toprakla ve dünyayla bir bütünken karşımda yeşil gözlü kadından başkaları duruyordu. Bir kalabalık. Tümüyle içgüdüsel olarak kafamı avcumun içine çevirdim. Beyaz haresiyle akıveren yüzler, kimi tanıdık kimi yabancı ama tümü bana karışmış, şimdi karşımda duran insanlara aitti. On, belki on beş kişilerdi ve tıpkı avcumdaki harelerinin yaptığı gibi karşımdayken de gözlerinin içi beyaz bir ışıkla doluydu. Geceyi aydınlatacak kadar.

RUH GÖÇÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin