Kıyamet (Kısa Öykü)

Start from the beginning
                                    

Günler böyle geçmeye devam etti ve neredeyse bir yıl olmak üzereydi. Zaman kavramını unutmuşlardı çünkü saatlerle ya da takvimle işleri yoktu artık. Bir akşam yemek masasına oturduklarında adam çok ilginç bir şey hissetti. Yemekleri adam hazırlamıştı ve tatlı olarak özel tarifli pudingini yapmıştı. Tatlıları yerken "diğerlerinden farkı ne" diye sordu kadın. "Sır" dedi adam. "Senden başka kimse bunu biliyor muydu" diye sordu kadın. "Annemden öğrendim ben de" diye cevap verdi adam. "İki kişinin bildiği sır değildir" dedi ve kahkahayı patlattı kadın. O anki gülümsemesiyle adamın içinden bir şeyler kopmuştu. Öyle heyecanlandı ki kendi kalp atışlarını duyabiliyordu sanki. "Artık iki kişi bilmiyor ama sadece ben biliyorum" dedi adam sakinleştiğine kanaat getirdikten sonra. "Ama sır olmaktan çıkması için ikinci bir kişi gerekiyorsa sen olabilirsin" dedi. Kadın gülümsedi. "Sanırım başka şansın yok zaten." dedi. "Öyle düşünmüyorum" dedi adam. "Bu dünyada sadece ikimiz kaldık. Adem sadece Havva'yı tanımıştı. Ondan öncesi yoktu çünkü insanlık diye bir şey yoktu. O nedenle Adem'in zaten seçme şansı yoktu, mecburen Havva'yı seçti diye bir şey söyleyemeyiz." Kadın lafa girdi: "Ama bizden önce bir hayat vardı ve milyarlarca seçme şansın vardı." "O senin görüşün" dedi adam. "Benim için bir hayat yoktu. İnsanlardan tiksiniyordum çünkü basit istekleri uğruna her şeyi yapabilecek kapasitede milyarlarca et yığınından farksızdılar. Herkes o kadar basit yaşıyordu ki, öyle amaçsızca ve öyle boştular ki, beni de bu düzene alıştırdılar. Onlardan biri oldum. Kendimden ve hayattan nefret ediyordum. Yaşamak demek benim için bir bilgisayar oyunundan farksızdı. O kadar gerçek dışıydı ki her şey... Sonra bu oldu. Sadece somut gerçeklik var benim için. Yalan, samimiyetsiz insan ruhlarından arınmış, sadece bu taştan ve topraktan dünya. Bir de sen. Sen insan denen varlığın, insanlığımın, ruhumun gerçek olduğunu gösterdin bana. Senden önce, bu olaydan önce bir hayat yoktu benim için. Yaşamanın amacını ve coşkusunu tattım sende." Peki dedi kadın: "Daha önceki yaşamımda o bahsettiğin boş, kötü niyetli insanlardan olmadığımı nereden biliyorsun?" "Öncelikle" dedi adam, "bu öyle bir şey değil. Ben insanlığa olan inancımı kaybetmiştim. Senin daha önceki yaşamında nasıl olduğun önemli değil, şu an yaşamanın ne kadar güzel bir şey olduğunu öğrendim ve bunu senin sayende öğrendim. Ayrıca senden hayat hikâyeni dinledim. Savaşçı, vazgeçmeyen bir kişiliğin var. Dediğim gibi bu daha önce nasıl olduğumuzla ilgili değil. Daha önce neye inandığımızla ilgili. Ben bir hiçliğe inanıyordum. Şimdi her şeye, güzel olan her şeye inanıyorum." Kadın duygulanmıştı, çünkü dönem dönem o da böyle hissetmişti ama ne olduğunu anlayamamıştı. Şimdi karşısındaki adam duygularına tercüman oluyordu. "Bu bir illüzyonsa..." dedi kadın gözünden yaşlar süzülerek. "Ya sadece kendimizi kandırıyorsak? Dünyada sadece biz kaldığımız için mecburi bir duygu ise bu?" "Emin ol" dedi adam. "Emin ol öyle bir şey olsaydı biraz önce gülümsediğinde kalbim böylesine heyecanla atmazdı." O an birbirlerine sarıldı kadın ve adam. İlk defa birbirlerine sarılıyorlardı. Kadın en son kız kardeşine sarılmıştı böyle. Biri ona sarılmayalı o kadar uzun süre geçmişti ki dokunma hissi bile büyük huzur ve güven verdi kadına. Ve o da ilk defa bir şeyler hissetti. Adamın kokusu da kadını heyecanlandırmıştı. Gözlerini kapattı ve aklıyla, yalnızlıkla dolan beyninin her yanına yayılan adamın kokusunu takip etti.

O akşamdan sonra hiçbir şey aynı olmadı. Artık iki arkadaş gibi değil, aşk dolu gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. Başkalarını aramayı bıraktılar. Birbirlerine yetiyor hatta artıyorlardı bile. Tüm hayatları artık karşılarındaki birbirleriydi. Büyük bir eve yerleşip orada yaşamaya başladılar. Her yerini yollarda çektikleri fotoğraflarla süslediler. Tüm evi kendi eşyalarıyla donattılar. Devasa bir kütüphaneleri, dünyanın en iyi filmleriyle dolu bir sinema odaları, tüm müzik aletlerinin olduğu bir müzik odaları vardı. Gece uyku tutmayınca kütüphanede vakit geçirip yeni öğrendikleri şeyleri birbirlerine anlatıyorlardı. Bazen sinema odasında romantik filmlerle keyifli bir akşam geçiriyorlardı. Bazı sabahlar da adam gitar çalarak uyandırıyordu kadını. Müzik odasında hiç çalamasalar da çeşitli enstrümanlarla kendi müziklerini yapıyorlardı.

Dünyada baş başa kalalı bir sene olmuştu. Tam yıl dönümünde adam kadına bir sürpriz yapmak istedi. Bu hiç de kolay değildi çünkü her an ne yaptıklarını biliyorlardı ve gizli bir şey yapmak imkânsızdı. O nedenle adam geceleri kadın uyurken hazırladı sürprizini. Evin yakınlarındaki devasa tiyatro salonunu kullanacaktı bunun için. Hazırlıklara yıl dönümünden bir ay önce başladı. Büyük bir organizasyondu. Tiyatro salonunun tüm koltuklarını farklı kıyafetlerle giydirilmiş cansız mankenlerle doldurdu. Her birinin altından düzenekler geçirdi hareket edebilmeleri için. Yorucuydu ama adam zevk alıyordu. Mor gözlerini fark eden kadın "yine mi uyuyamadın" diye soruyordu sabahları. O da kitap okuduğu yalanını uyduruyordu. Tüm salonu ses düzenekleriyle donattı ve artık her şey hazırdı. Kadın birinci yılın dolduğunu filan unutmuştu. Zamanla işleri yoktu. Yıl dönümü akşamı onu romantik bir restoranda yemeğe götürdü. Yemekte eşsiz bir yüzükle evlenme teklif etti ve kadın evet der demez konfetiler patladı, kendinden programlı bir limuzin restoranın önüne geldi ve adam kadını tiyatro salonuna götürdü. Kuliste gelinliği onu bekliyordu. Kadın sürpriz üstüne sürprizler yaşıyordu ve sevinçten uçuyordu. Hemen giyindiler ve sahneye çıktılar. O an alkış kıyamet koptu ses sisteminden. Tüm seyirciler ayağa kalkıp alkışlamaya başlamışlardı çifti. Kadın önce korktu, sonra sevinçten çığlık attı. Masada yine cansız mankenden nikâh memuru ve şahitler vardı. Ama o gece herkes canlı gibiydi. O kadar güzel hazırlanmıştı ki her şey... Adam bile bazen, her düzeneği kendisi programlamış olmasına rağmen sevinçten şaşırıyordu. Filmlerden alınmış ünlü sahnelerden repliklerle karizmatik bir ses nikâhlarını kıydı. Gerçek nikâh defterine imzalarını attılar ve gerçek evlilik cüzdanlarını aldılar. Artık evlilerdi. Hayatı boyunca, o gece mutlu olduğu kadar mutlu hissetmemişti kadın kendisini.

Artık durdukları yerde duramıyorlar, bu sefer dünyayı gezmek için yollara çıkıyorlardı. Yol maceralarını yine kaydediyorlar ve her ânı en güzel şekilde değerlendiriyorlardı. Yıllar böyle geçerken bir süre sonra kadında bir hastalık belirtileri görülmeye başlandı. İlk önce anlamadılar ama belirtileri okudukça kanser olduğunun farkına vardılar. Araştırarak çeşitli ilaç tedavilerini denediler ama nafileydi. Kadın yavaş yavaş güçten düşüyordu. Adam yeniden sağlığına kavuşması için ne gerekiyorsa yaptı ama sanki hastalık onu esir almıştı. Yavaş yavaş ellerinden kayıp gitmesini seyredebildi adam. Ve sonunda hayata gözlerini yumdu kadın. Adam inanamadı. Gerçek olmamalıydı bu. Yıllar sonra gerçek hayata, asıl hayata kavuşmuştu ve şimdi kollarında hayatı ölüyordu. "Hayat, gitme!" diye bağırdı ama artık kadın onu duymuyordu.

Günlerce ölü bedenin başında bekledi adam. Belki bir mucize onu geri getirir diye. Aklını kaybetmeye başlıyordu. Tiyatro salonuna gitti, kapıdaki düzenek yüzünden salona çıktığı an yine herkes onu alkışladı. "İşte" diye bağırdı; "hayat bu yalancı alkışlardan ve kuklalardan ibaret." Elindeki tüfekle tüm kuklalara tek tek ateş edip parçaladı. En sonunda namluyu kendine çevirdi. Ama yapamadı. "Bu benim hayatım" dedi sevgilisini hatırlayarak. Bu onun ve benim hayatımız ve yaşatmaya devam etmeliyim. Bu dünya bizim dünyamızdı ve hep öyle kalacak. Son nefesime kadar bizim olmaya devam edecek. Evlerine geri döndü adam. Tüm hatıraları, videoları açtı, evi düzenledi, çiçekleri suladı. O evdeymiş gibi davrandı hep. Yıllarca onun hatıralarıyla koyun koyuna yattı. Yaşlanıp artık son nefeslerine geldiğinde, tanıştıkları meydana geldi. Kurumuş büyük ağacın altındaki banka oturdu ve son sözlerini söyledi.

Hoşça kal HAYAT...

Mükemmel HikayelerWhere stories live. Discover now