Fazla göz önünde olduğumuzu fark edip onu kolundan tutarak ağaçlık alana doğru çekiştirdim. Ağaçlarla kaplı olduğu için masalar pek belli olmuyordu. Zaten biz de dikkat çekmeyen kuytu köşedeki bir masaya oturduk. Sıla bana neden böyle davrandığımı anlamayan bakışlar atarken ben de bir sandalyeyi çekip oturdum.

"Dün ailem evime geldi." dedim derin bir nefes verirken. Konuya ortasından girmiştim ama uzun uzadıya anlatacak vaktim halim yoktu. Duydukları ile yüzü aniden gerildi. Ailemle iyi bir aramın olmadığını biliyordu, fazla kontrolcü olduklarını da. Ama daha kötüsünü bilmiyordu. "Ve o sırada Alaz da evdeydi." diye bir diğer bombayı patlattım.

"Hassiktir!" diye bağırdı. Ellerini de çok geçmeden ağzına götürdü. Kafamla onu onayladım. Etrafı kontrol ettikten sonra babamın olmadığını fark edip Sıla'yı kolundan tutup kenarıya doğru çektim. Ağaçların altında kalmış boş bir masaya oturdum, o da karşımdaki sandalyeye geçti.

"Eeee sonra ne oldu." diye merakla sordu. Olayları tekrar düşündükçe işin içinden çıkılmaz bir durumda olduğumu düşünmeye başlıyordum. Bıkkın derin bir nefes çektim içime. Sonra Sıla'ya yaşananları anlatmaya başladığımda ise büyük bir şaşkınlıkla beni dinlemeye devam etti.

En sonunda omuzlarım çökmüş bir şekilde sandalyede geriye yaslandım. Kendimi bir çıkmazın içindeymiş gibi hissediyordum. İşin kötüsü bu noktaya gelmemi sağlayan yollarda da artık bana çıkmaz sokak olmuştu. Ne ileriye bir adım atabiliyordum ne de geriye kaçabiliyordum. Ben kendi düşüncelerimin içinde kapana sıkışmışken Sıla'nın bana kocaman bir gülümsemeyle baktığını gördüm. Gülüşü öyle büyüktü ki dudaklarının kenarı neredeyse kulaklarına ulaşacaktı. Yüzümde somurtkan bir ifade ile kafamı ne var der gibi salladım.

"Geliyor seninki." dedi ve kıkırdadı, kaşlarıyla arkamda bir yeri işaret ederek. Hafifçe boynumu arkaya çevirip kimin geldiğini görmeye çalıştım. Çevreye kısa bir göz gezdirdikten sonra Alaz'ı fark ettim. Elinde birkaç kitabıyla birlikte bize doğru yürüyordu. Gördüğüm görüntü ile dikkatim aniden dağıldı. Beyaz tişörtünün üzerine giydiği ve önünü açık bıraktığı lacivert gömleği ona çok yakışmıştı. Ne yazık ki fazla yakışmıştı.

"Selam." diye ortaya doğru bir selam verdi ve bir elini sırtıma yerleştirip yüzüme doğru eğildi. Yanağıma bir öpücük bıraktıktan sonra elini sırtımdan çekmeden geriye çekilirken diğer eliyle de yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Ben ise büyülenmiş halde onu izlemeye devam ettim. Uzun bir süre tepki vermemiş olmalıyım ki yüzünü, gözlerinde meraklı bir ifade ile, bana çevirdi.

"Nereden çıktın sen?" dedim sesime yansıyan salak bir heyecanla.

"Fakültene seni görmeye geliyordum." Kolunu benim sandalyemin arkasına doğru uzatıp bana sarıldı. Kafamı onun omzuna bıraktığımda karşımızda oturan Sıla bana bakarak gülümsedi. Ben de elimde olmadan sırıttım. Sabahtan beri üzerimde dolanan bulutlar onun varlığı ile dağılmıştı. İşte şimdi fazlasıyla huzurlu hissediyordum. "Sonra sizi gördüm, buraya geldim." diye devam etti. Ve tüm huzurun kaçtı.

"Ağaçların arasından da fark ediliyor muyuz?" diye sorarken panikle yaslandığım yerden ayrıldım. Bu güzel anda belki de takılmam gereken en saçma ama en tehlikeli noktaya takılmıştım. Alaz beni fark etmesi demek babamın da fark edebilmesi demekti. Bu babamın da bizi görebileceği ve görürse yalanımın ortaya çıkacağı anlamına geliyordu.

"Hayır, sakin ol. Sıla el sallayarak dikkatimi çekti benim. Yoksa görmemiştim sizi." dedi omuzlarımdan tutup beni yatıştırırken. Sakince geriye yaslandım. Omuzlarımdan yön verip sırtımı kendi göğüsüne yasladı. Sabahtan beri fazlasıya yorgun hissediyordum ama Alaz'a yaslanmak hatta onu görmek bile iyi gelmişti. Parmakları sanki ihtiyacım olduğu biliyormuş gibi saçlarımda dolaşmaya başladı.

PSİKOLOG BEYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin