chapter 7: ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içerisindeyiz

130 14 7
                                    

200524

🌾

Mayıs ayı yorucudur. Her anlamda. Kıştan sonra bile kendisini belli etmeye devam eden sert hava çekilir ama etkisini bırakmaya devam eder. Yazdan daha soğuk, Nisan'dan daha çok bahar havası verir Mayıs ayı. Büyük bir ikilemdir. Büyük bir yüktür bu durum omuzlarında. İklimin bu ikilemi duygulara da yansır. Sonbahara hüzün mevsimi, Eylül'e de hüzün ayı derler ya. Asıl hüzün ayı mayıs ayıdır. Ruhumuz da, iklimimiz de büyük bir karmaşa içerisindedir çünkü. Güzel olan her zaman acı vericidir derler ya. Mayıs ayının teması işte tam olarak budur. Yine de kimseler bilmez bunu. Neden bilmezler bende bilmiyorum. Belki hissetmiyorlardır ya da belki de bilmek istemiyorlardır. Bazen keşke bilseler diyorum. Mayıs ayının bana hissettirdikleri gibi, sana yakın olamadığımı da bilseler ne güzel olurdu. Bu durum artık omuzlarımda taşıyamadığım bir yük gibi geliyor. Aynı mayıs ayınında bazı yükleri omuzlarında taşıyamadığı gibi.

Sen buradayken, öylece karşımda otururken, bal dudakların sohbete dahil olurken hiçbir şey yokmuş gibi elim kolum bağlı oturmak fazla zor geliyor. Herkes seviyor seni. Büyüklerimiz gülüp sohbet ediyor eski bir anıdan, sende gülüyorsun. Bense hüzünleniyorum, yine eski bir anıdan. Hayata hiçbir şey olmamış gibi devam etmek bu kadar kolay olmamalı diye düşünüyorum. Eskidiğimiz ve eskittiğimiz bu dünyada yaşanmışlıkları yok saymak; geride kalanları, acı çekenleri göz ardı etmek bu kadar kolay olmamalı diyorum kendi kendime.

Düşüncelerim öyle bir boğuyorki beni, karşında oturduğum eski koltuğa daha da siniyorum belki yok olurum diye. Konuşmaya dahil olmamak için büyük bir çaba gösteriyorum. Annen tatlı bir küçüklük anımızı anlatıyor. Sana bakıyorum. Gözlerimi yakaladığında, bana bakarak samimiyetten uzak ama yaşanmışlıkların hatrına sıcak bir gülümseme bırakıyorsun. Ne kadar iç ısıtan bir gülüş olsada kavga ettiğimiz günden kalan o öfke kırıntılarının hala gözlerinde yer aldığını görebiliyorum. Az biraz pişmanlık duyuyorum belki ama yine de kendi kırgınlığım daha ağır basıyor, gözlerinden gözlerimi çekiyorum. Gamzelerine baktığım anda daha da eriyorum. Yanağımı yumruk yaptığım elime yaslamış seni izlerken istem dışı içten, kısa bir gülümseme veriyorum karşılık olarak. Anlık şaşırıyorsum. Bende şaşırıyorum. Mutlu olabilmek gerçekten bu kadar kolay mı?

Bakıştığımız bu üç saniyeyi koyu sohbet arasında kimse farketmiyor bile. Sanki daha geçen gece tartışmamışız gibi, sonrasında pişman olmayacakmışız gibi gülümsüyoruz birbirimize. Neden bir anda anı yaşamaya karar verdik bilmiyorum. Gözlerimizde kırgınlıklar var ama dudaklarımızda yıllar sonra gerçekten samimi bir gülümseme beliriyor.

"..ve sonra birlikte uyuduğumuz için Heeseung gribi bana da bulaştırmıştı. Bir hafta ikimizde okula gidemedik. Yurttaki temizlikçi abla ilgilenmişti bizimle." Jake'in anlattığı anılarımızla herkes gülerken ben ise yeni kendime gelmiştim. Sunghoon'un gülümseyen yüzü düşmüş, Jake'e attığı birkaç soğuk bakışını yakalamıştım.

Bizimkilerde Sunghoon'dan pek farklı değildi açıkçası. Anlattığım ve şahit oldukları şeylerden dolayı Sunghoon'a büyük bir düşmanlık besliyorlar ama büyüklerimizin yanında bunu kimseye belli etmeden profesyonel bir şekilde saklıyorlardı. Tabi ne kadar profesyonel denilebilirse.. Sabahtan beri sohbetin mutlaka bir yerinde uygun bir an kolluyor ve alttan alttan laf atmaktan çekinmiyorlardı. Yine o tarz bir atışmanın tam ortasındalarken durmalarına sebep olan şey kiraz saplı çaylarımızı yenileyen annemin yanlışlıkla Sunghoon'un kupasını devirmesi olmuştu.

"Ay Heeseung valla yandı çocuk. Götür çabuk üstünü falan değiştirin." dedi annem telaşla.

Anneminde uyarısıyla zaten düşündüğüm şeyi yaparak hemen ayaklandım. Bizimkiler ise Sunghoon'la ilgilenme durumumdan pek memnun olmamış olmalılar ki hemen somurtup şikayet etmeye başlamışlardı.

"Eun teyze sende üstüne çayı dökmek için tam adamını buldun varya harikasın gerçekten."

Sunoo kendini tutamayıp konuştuğunda Jay kafasına bir tane yapıştırmış  saniyesinde susmasını sağlamıştı.

Sunghoon ve ben ise merdivenleri tırmanıp odama gidene kadar tek kelime konuşmamıştık. Ben önden giderken o da arkamdan beni takip ediyordu. Odama geldiğimizde Sunghoon tişörtünü çıkarmaya çalışırken bende dolabıma yönelip ona uyabilecek bir üst bakınmaya başladım. Düzgün bir tişört bulduğumda ise ona vermeden önce banyoya ilerledim ve ilk yardım kutusundan yanık kremini aldım. Odaya geri döndüğümde tam seslenmek için ağzımı açmıştım ki bana arkası dönük bir şekilde yanığını kontrol eden Sunghoon'un sırtında gördüğüm kocaman yara iziyle olduğum yerde kalakaldım. Omurgasındaki boydan boya uzanan izle bir süre bakıştığımda nefesimin kesildiğini hissetmiştim.

"sırtına ne oldu."

Sesimi duyduğunda panikle arkasını döndü. Sorduğum soru ve dikkat kesildiğim yeri gördüğünde tek yaptığı gözlerini kaçırmak olmuştu.

"Cevap vermeyecek misin? Ne oldu sırtına."

"Önemli bir şey değil." dedi beni geçiştirircesine. Bir yandan da uzattığım tişörtü aceleyle giymeye çalışıyordu. Sırtını saklamaya çalıştığını anlayamayacak kadar salak değildim.

"Nasıl değil. Şuna bak-" dedim sırtını göstermeye çalışırken.

"Önemli bir şey değil diyorum Heeseung. Dokunma!"

Sözümü kesip bağırarak konuştuğunda elim havada asılı kalmış bir şekilde şokla ona baktım. Öylece donup kaldım oracıkta. Ona dokunmamı istemeyecek kadar bile mi nefret ediyor benden diye düşünmeden edemedim. Onu düşünendeydi kabahat zaten. Ne sanmıştım ki. Bir gülümsedi, iki karşılıklı oturduk diye tekrar eski halimize döneceğimizi falan mı? Salaktım ben.

Şok olmuş suratımı gördükten sonra ne yaptığının ancak farkına varmış olmalıydı ki durumu kurtarmaya çalıştı.
"Heeseung özür dilerim. Öyle demek istemedim." Yanıma adımlamaya çalıştığında onu dinlemeden, yüzüne bile bakmadan elimdeki kremi yatağın üzerine fırlatıp hızla çıktım odadan. Sunghoon'un artık karşılaşacağı tek şeyin adamına göre muamele olacağına dair kendime söz vererek büyük bir öfkeyle ayrıldım. Bu kendime yaptığım kaçıncı hataydı bilmiyordum ama artık daha fazlası olsun istemiyordum.

🌾

"Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içerisindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri. Ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin."

-Franz Kafka

babaannemin asamadığı çarşafları, heehoonWhere stories live. Discover now