Başım önümde Giray'a doğru yürüdüm. Ona baktığımda hiçbir şey demeden bana buketi uzattı. Özür yoktu. Af dilemek, açıklama yapmak yoktu. Ben de bir şey demeden buketi elime aldım, arabanın etrafında dolandım ve her zamanki yerime oturdum. Dar bir abiye elbise içinde Range Rover'a binmek beni zorlamıştı ama Allahtan elbise yine sökülmemişti. Kucağımda duran papatyaları okşayıp kokluyordum. Onca gel gitime rağmen yüzüm gülüyordu. Beni mutlu etmek bu kadar kolaydı işte.

Çırağan Sarayı'na geldiğimizde kimliklerimizi ve davetiyemizi gösterdik. Silahlarımızı yanımıza alamayacaktık ve o yüzden torpido gözüne bıraktık. Aracı valeye emanet ettikten sonra Giray yanıma geldi ve kaşları çatık olmasına karşın kolunu tutmam için uzattı. Birbirimizle konuşmuyorduk ama şimdi kol kola bir saraya adım atıyorduk.

Çok heyecanlıydım. Avize ve şık şamdanlarla aydınlatılmış ihtişamlı girişte profesyonel çalışanlar bizi karşıladı. Kibar hanımefendilerin kürklerini alıp vestiyere koyuyorlardı ama benim üstüm çıplaktı ve bu gece üşütmemeyi amaçlıyordum. Mermer merdivenleri büyük bir dikkatle çıktıktan sonra balo salonuna girdik. Bazı davetliler yuvarlak masalara oturmuşken bazıları ayakta sohbet ediyordu. Bizi karşılayan bir görevliye isimlerimizi söyleyince platformdan çok uzak bir noktaya doğru yönlendirildik.

Görebildiğim tek şey çiçek, altın varaklı kaşıklar ve göz alıcı şamdanlardı. Kadınlar şık abiyeleri içinde minik kahkahalar atarken amirler rütbelerini belli eden apoletli tören üniformalarını giymişti. Buzdolabının yumurta rafındaki sıkılmış yarım limon gibiydim. Kendimi buraya ait değilmişim gibi hissediyordum.

Etrafı gözetlemeyi bırakıp önüme döndüm. Yan gözle Giray'ı kontrol ettim. Sessizlik içinde telefonuyla ilgileniyordu. Asaf Amir'in bize yaklaştığını görünce ayağa kalktım. Yanında, masasındaki çerçeveli fotoğraftan tanıdığım eşi vardı. Asaf Amir beni eşiyle tanıştırdı.

"Canfeza, eşim Nihan Hanım."

"Memnun oldum efendim."

"Sonunda seninle tanışabildiğime çok sevindim."

Nihan Hanım'a kızaran bir yüzle bakmaktaydım. "Sonunda," derken neyi kast etmişti acaba? Ortamda başka kimseyi tanımıyorum derken Ajan Merlin yanında bir beyefendiyle bize doğru gelmekteydi. Kendisi Amerikan Büyükelçisi'ymiş. Tam olarak tanışma faslını bitiremeden program başlamıştı.

Sunucu, baloyu başlatmak için Emniyet Genel Müdürü'nü ve eşini sahneye davet ediyordu. Hoş bir vals müziği etrafa yayılırken çiftler platforma çıkmaya başlamıştı. Giray'ın beni dansa kaldıracağını sanmıyordum. Kaldırsa bile beni herkesin önünde itebilir ve bir külkedisi edasıyla balo salonunu terk ederek gidebilirdi. O yüzden hiç ümitlenmedim.

"Benimle dans eder misin Jane?"

Soruyu soran tabii ki Ajan Merlin'di. Bir anlık tereddüt yaşasam da teklifini kabul ettim ve birlikte platforma doğru yürüdük.

"Bu konuda iyi değilimdir."

"Sen kendini bana bırak."

Ajan Merlin, elini belime koyunca rahatsız oldum. Bana temas etmesini istemiyor aramıza mesafe koyuyordum. Baktığım yüzde şeytani altın sarısı gözleri arıyor ve onun kokusunu duymayı bekliyordum. Teni bile onun gibi sıcak değildi. "Ahh Giray!" dedim içimden. "Neden böyle yapıyorsun?"

"Sana aldığım hediyeyi takmışsın."

Açıkçası başka bir takım olmadığı için takmıştım ama gerçekten çok beğenmiştim. O yüzden ona tekrar teşekkür ettim.

"Bak Jane, sana ilgim olduğunu anlamışsındır. Eğer beni tanımak için bir fırsat verirsen.."

Başımı önüme eğdim ve Ajan Merlin'in cümlesini yarıda kestim. Herkese söylediğim yalanı ona da söyledim.

Masumiyetin Kayboluşu #Aşk-ı Polisiye III#Donde viven las historias. Descúbrelo ahora