birinin içimi görmesine izin verecek kişi olmamıştım hiç*

En başından başla
                                    

Tüm işlerin bitmiş olmasının verdiği rahatlık ve sonrasında gelen yorgunluk, ailenin üzerine sinmişti. Iwao onlara çay hazırlayacağını söyleyerek mutfağa girdiğinde Jeongguk tek kişilik koltuklardan birine oturmuş, duvara asılı saate bakıyordu. Birbirini takip eden akrep ve yelkovan'a, durmadan dönen ibreye bakıyordu. Mutfaktan hafif takırtılar duyuluyordu. "Iwao tatlı çocuk." dedi babası alçak bir sesle, Jeongguk gözlerini ona çevirdiğinde elinde tuttuğu bir araba dergisine bakıyordu. "Evet, tatlı." diye mırıldanmakla yetindi, babasının imasını anlamamak için direniyordu. "Aranızda bir şeyler var mı?" Annesi, babası gibi dolambaçlı sözlerin arkasına saklanmadan sordu ona. Jeongguk onun bu doğrudan sorusuna şaşırsa da belli etmemeye çabaladı. "Hayır, sadece arkadaşım." demekle yetindi, annesi yeni bir soruya yeltenmek üzeredi ki, Iwao elinde dört fincanın olduğu tepsiyle içeri girdi.

Komutan Park'ın, her günün aynı saatinde, güneşin gökyüzünden ayrılmaya karar verdiği vakitte Prens Sejong'a çay ikram ederdi. Güneş batmak üzereydi, Iwao elindeki tepsiyi orta sehpaya bıraktı. Jeongguk bazen romanın içindeki dünya ile kendi dünyasını birbirine karıştırıp duruyordu. Hiç aklına gelmeyecek bir detay, onu romanın içine sürüklüyor, kendi dünyasından çekip çıkarıyordu. Komutan Park, kendisine duyulan hislerin farkında olmadan Prens Sejong'a biriyle evlendirmesi için istekte bulunmuştu. Jeongguk hem taşınma telaşı, hem çeviri ve basım işleri içinde koştururken kitabı eline almaya vakit bulamamıştı. Okumak istediğinden de emin değildi. Prens Sejong'un yaşamış olabileceği düş kırıklığını hayal dahi edemiyordu. Okumak, onun kasvetli dünyasına adım atmak istemiyordu. Kim Taehyung ile gerçekleştirdiği telefon konuşmaları onu öylesine mutlu biri yapıyordu ki, gölge düşmemesi için çaba sarf ediyordu.

Jeongguk'un sessizliği ailesi ve onunla iki senedir aynı yurt odasında kalan Iwao için normaldi. Dün eşyalarını toparlayarak veda ederken, çok fazla konuşma gerçekleştirmedikleri diğer oda arkadaşları bile onun harika bir oda arkadaşı olduğu konusunda konuşmuşlardı. Hepsi de onun gitmesine üzüldüklerini, yeni gelecek olana alışamayacaklarını dile getirmişlerdi. Iwao, Jeongguk'un aklından geçenlerin farkındaymış gibi, "Yurtta hemen Jeongguk'un yatağı için birini buldu, bugün yerleşmiştir. Kim bilir, nasıl biri?" diye söylenmeye başladı. Jeongguk onu bu yarı İngilizce, yarı Korece söylenmeleri tebessüm ederek izledi. "Jeongguk o kadar sakin ki, bir yere gittiğimizde varlığını unuturduk." dedi annesi, o kadar sessiz olduğunu sanmıyor olsa da bir şey demedi, bitmiş fincanını tepsiye bıraktı.

Iwao'yu uğurladıktan ve kısa bir duş aldıktan sonra odasına girdiğinde kendini tuhaf hissetti. Dört yıldır birileriyle paylaştığı odalardan sonra tek başına olmak, sessizlik, birinin horultuları olmadan garip geldi. Telefonunu kontrol etti, perdeleri kapadı, komodinin üzerindeki lambayı açtı. Yatağa girerek bacaklarını yorganın altından uzattı, lambanın yanında olan koyu kırmızı kapaklı kitabı aldı. Neden kapağında ölü bir serçenin bulunduğunu sormamıştı hiçbir zaman. Kitabın bir yerinde, kapağı ithafen bir şeyler beklemiş olsa da şu ana kadar yoktu. Kaldığı sayfayı açtı, ayracını kenara koyarak cama vuran yağmur sesi eşliğinde okumaya başladı.

"Karanlık günlerin habercisini uzun zamandır bekliyordu Prens Sejong; içinde düşmüs olan sıkıntının sebebinin savaş cephesinden gelecek bir ölüm haberi olacağını düşünmüştü fakat yanılmıştı, kara haber, onun ölümüydü.

Güzel günlerin sona erdiğini onlaraa haber eden yağmur ve fırtınalar eşliğinde büyük salonda toplanmışlar, babasından aldığı yetki ile sevdiği adamın nikah törenini gerçekleştiriyordu. Yağmur camları dövüyor, fırtına tahta penceleri aşıp geçerek onları da beraberinde götürmek istiyordu. Kalbinde o ağırlık, havaya yön veriyordu sanki Prens Sejong'un. Gözleri ilk kez geleneksel kıyafetler içinde gördüğü sevdiği adama bakarken, beyaz rengin onun üzerinde ne kadat güzel durduğunu düşünmeden edemedi. Zambak kokusu tüm odaya yayılmıştı. Genç Kim Hyosang, Komutan'ın hemen yanında oturuyor, başını dizlerindeki ellerine indirmiş bekliyordu. Prens Sejong önüne konan sararmış kâğıtlardaki kelimeleri öyle tekdüze, tek bir duygu kırıntısı barındırmadan okuyordu ki, bir ara Komutan'ın başını kaldırarak kendisine bakıyor olduğunu gördü.

aşk ve diğer hazin şeyler' taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin