on dokuz

1.9K 199 117
                                        

"oyun oynamaya ne dersiniz?"

beomgyu gülümseyerek soruyu ortaya attığında ben de dudağımın kıvrılmasına engel olamadım.

bugün aramızdaki mesafeleri aşıyorduk anlaşılan.

yeonjun

"benim için fark etmez." dedi soobin, hâlâ biraz önceki olaya sinirliymiş gibi görünüyordu ama sesi uysaldı. tahminimce taehyun ona yapmak istemediği bir şeyi yapması için diretmişti ve soobin de patlamıştı. kişiliği sessiz ve genel olarak sorunlarını içinde yaşayan biri olduğu için ani patlamalar yaşanabiliyordu.

ya da sadece, kai'ı kıskanmıştı.

hyunjin ve kai da beomgyu'nun fikrine katılınca bana söz hakkı düşmemişti. zaten düşmesine de gerek yoktu, beomgyu bir şey yapmamı istiyorsa iki elim kanda da olsa yapabilecekmişim gibi hissediyordum.

beomgyu'nun onay bekleyen gözleri hepimiz üzerinde oyalandıktan sonra memnuniyetle parıldadı. ancak bakışları benimkilerde fazla oyalanmıştı ve kalbimin ağzımda atmasına yetecek kadar bakışmıştık. bunu bozmak istemezdim ama maalesef seungmin öyle düşünmüyor olmalıydı. "ne oynayacağız?"

evet bu soru benim de aklımdan geçiyordu ve uygun bir cevap bulamamıştım. bizim yaşımızdaki ergenler gece kulüplerinde shot atarken biz ders çalışmak için bir odada toplanmış yedi anne kuzusundan ibarettik. soobin hariç, onun bazı kötü çocuk hareketleri vardı.

"aslında şişe çevirmece oynarız diye düşünmüştüm ama şimdi düşününce çok klişe ve utanç verici geldi."

sesi sonlara doğru masum bir çocuğunki gibi düşünceli bir ton aldığında elimi omzuna koyarak gülümsedim. "biz ergeniz ve bence klişe ve utanç verici şeyleri yapmak için en iyi zaman."

kai kıkırdayarak bana katıldığını belirttiğinde beomgyu'nun kararsız ifadesi gitmiş, yerine haylaz bir sırıtış gelmişti. "tamam o zaman, burada oynayalım."

herkes yumuşak halının üzerine otururken hyunjin kendine yer kalmadığı için kenarda duran kocaman bir tavşan peluşunun oturduğu mor minderi almaya yeltendi. yeltendi diyorum çünkü daha tavşanı bile indiremeden kai'ın o zamana kadar hiç duymadığım sert sesini duydum.

"sakın tobin'in minderine dokunma hwang hyunjin."

herkesin ona şoka uğramış bir hâlde baktığını görünce çattığı kaşlarını yumuşattı ve yanakları hafifçe pembeleşti. "şey, yani istersen sen benim yerime otur. ben yere otururum, sıcak zaten. hem burada seungmin de va- ay yani halının üstü daha yumuşaktır. öyle yani, bence sen otur ya buraya."

aceleyle oturduğu yerden kalkmış ve ona mimikleriyle bir şeyler anlatmaya çalışan seungmin'e 'üzgünüm' dercesine omuz silkmişti.

"arkadaşlar, kavganızı bölmek istemem ama şişe olmadan nasıl şişe çevirmece oynayabileceğimizi bilen var mı?"

taehyun'un bunu sormasına odadaki hiçkimse şaşırmamıştı, hatta kai onun bunu demesini bekliyormuş gibi daha yeni oturduğu yerden kalkıp 'hemen getiriyorum' diye bağırarak mutfağa koşturdu.

o ana kadar fark etmesem de odası aşırı derecede iç açıcıydı. duvarları tamamen pastel tonlarındaydı. fıstık yeşili, pudra pembesi ve lilanın yoğunlukta olduğu odaya birkaç saniye bakınca başınızın etrafında uçuşan tek boynuzlu atlar görmek pek de ilginç değildi. zaten kalan her yer kocaman peluş oyuncaklarla doluydu, yatağın üstü de dahil.

o sırada soobin'in de benim gibi dikkatle odayı incelediğini fark ettim. ama arada bir fark vardı, ben onun gibi gülümseyerek her yere kalp bakışları atmıyordum. bazen onun çok aptal olduğunu düşünüyordum ama çabalasa benden bile yüksek notlar alacağını da biliyordum. sanırım aşk gerçekten insanları değiştiriyordu. hyunjin'in seungmin'e olan sevgisi yüzünden kocaman bir sevgi yumağına dönüşmesi ve benim de beomgyu için sevdiği şeyleri öğrenmek adına eski sınıfındaki birkaç çocuğa rüşvet vermem, bir haftada dört tane fizik test kitabı doldurmuştum, de bu fikri desteklemek adına yeterince sağlam argümanlardı.

online class, yeongyuWhere stories live. Discover now