16. Bölüm: RUH YARASI

Start from the beginning
                                    

"Yeşil yandı."

"Ne?"

"Bas gaza. Trafik tıkanacak." Gözlerimi ondan alıp, trafik lambasına baktım. Hızla vitesi 1'e getirip, arabayı hareket ettirdim. Dikkatim normalde  dağılmazdı ve dikkatimi dağıtan etkenlerden nefret ederdim. İnsanın istemediği ot burnunun dibinde bitiyor, demiş miydim daha önce? Sol sinyal verip, şerit değiştirdim. "Nereye gidiyoruz?" diye, sordu. Sigara olan kolunu, cama yaslamıştı ve duman dışarıya gidiyordu. "Acıktım. Kahvaltı yapacağız. Mâlum kargalar uyanmadan, kaçırdın beni." deyip, yandan imalı bir bakış attım. "Aynen kaçırdım. O yüzden, arabayı sen kullanıyorsun. O yüzden, keyfin ne isterse yapıyorsun değil mi? Kendini kandırmayı ne zaman bırakıp, istediğin için gitmediğini ve seni zorla yanımda tutmadığımı kabul edeceksin?" Gaza basıp, vites arttırdım. Radyoyu açıp, müziğin sesini yükselttim. Önümdeki kırmızı Audi'yi solladım. Salak değildim, haklı olduğunu biliyordum ama bunu ona söylemedim. Victor Hugo'nun da dediği gibi; Çünkü aramızda dağlar, denizler ve benim o kahrolası gururum var. Berkan sinirle güldü. Arabadaki küllükte, biten sigarasını söndürüp, yeni bir sigara yaktı. Bu kez zipponun ateşi bile daha yüksekti. Siniri somutlanmış, elindeki ateşi bile harlamıştı.

Düşünmemek için, radyodan çalan şarkıyı mırıldandım. "Gözlerindeki Ay... Kalbindeki yaralar." Yandan bir bakış attım, dudağımın kenarı hafif yukarıya kıvrıldı. Şarkının sözlerinde tanıdıklık hissiyatı vardı. Berkan, uzanıp şarkının sesini yükseltti. Vitesi 4'e düşürüp, biraz yavaşladım. "Sen bi' düzen, bi' bozansın." Şarkıyı mırıldanırken, ritme uygun direksiyondaki elimi, hareket ettiriyordum. Etrafa bakınarak, biraz daha yavaşladım. Kahvaltı yapabileceğimiz bir yer arıyordum. Şarkı, altımızdaki asfalt gibi akıp gidiyordu. Son nakarata gelmişti. Direksiyonu kırıp, park yerine yanaştım. Arabayı durdurup, vitesi boşa aldım.

"Yansın ay, güneşten güzelsin." Şarkının nakaratını, sıradan bir cümle kurar gibi söyledi. Radyoya uzanıp, şarkıyı kapattı. El frenini sertçe kaldırdı. Ayağımı debriyajdan çektim. Kirpiklerimi kırpıştırıp, ona baktım. Ufacık bir şarkı sözünün, kalbimin ritmiyle oynaması nefesimi tıkadı. Anahtarı çevirip, arabanın elektiriğini kesti. Anahtarı kontaktan çıkardı. "Dönüşte ben kullanırım." deyip, arabadan indi. Elimi kalbime koyup, kaşlarımı çattım.  Kendime gelip, başımı iki yana salladım. Arabadan indim ve Berkan'ı beklemeden, cafenin bahçesine doğru yürüdüm. Boş iki kişilik masalardan birine oturdum. Oval masaların, kenarlarında tekli hasır koltuklar vardı. Masadaki menüyü, incelemeye başladım. Berkan, karşımdaki tekli koltuğu çekip oturmuştu.

Menüdekileri incelerken, ne kadar acıktığımı farketmiştim. Ben menüye bakarken Berkan'ın, üzerimdeki bakışlarını hissediyordum. "Pars hakkında, bilgiye ihtiyacım var." Sesi düşünceliydi. Kafamı kaldırıp ona, baktım. "Neden?" Gözlerim kısıldı merakla. "Poyraz'ın, ölümünü araştırıyor ısrarla. Bir ajan için fazla pervasız davranıyor." Menüyü kapattım. "Pars'ın başka bir amacı var. Derdi, Poyraz'ın ölümü değil. Kimliğini riske atıp, her gün karşılaştığı basitlikte bir cinayetin peşine düştü. Cinayeti çözebilecek polisler, komiserler varken hemde." Düşüncelerimi dile getirirken beni, pür dikkat dinliyordu.

"Amacını biliyorum. O yüzden onun hakkında bilgiye ihtiyacım var zaten." Konuşacağım esnada, garson geldiği için sustum. "İki kişilik serpme kahvaltı ve taze sıkılmış portakal suyu istiyoruz." dedim, ona sormadan. Bir an önce garson gitsin istiyordum. "Ben likörlü kahve alayım." Garson başını sallayıp, yanımızdan ayrıldı. "Sabah sabah bu saatte mi?" dedim, kaşlarımı çatarak. Geriye yaslanıp, şakaklarına masaj yaptı. "İki gündür uyumuyorum. Başım ağrıyor." dedi, huysuz bir tınıyla. Göz altlarındaki ince halkaların sebebini şimdi anlamıştım. "Bekle geleceğim hemen." Ayağa kalktım. Konuşmasına fırsat tanımadan arkamı dönüp, cafenin içine girdim. Cafenin iç dekorasyonu bahçeden farklıydı. Üzerimdeki Ayla'nın pijamalarıyla, buraya aykırı görünüyordum. Cafenin mutfağı olduğunu düşündüğüm kapıyı açtım. Herkes karınca gibi çalışıyor, siparişleri hazırlıyordu.

KAN VE ZEHİR Where stories live. Discover now